Bugun...


Hadis İlminin Genel Tanımı - 3
Tarih: 17-07-2023 14:59:10 Güncelleme: 17-07-2023 14:59:10 + -


Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 17-07-2023 14:59

Hadis İlminin Genel Tanımı - 3

Masum İmamların Sünnetinin Hüccet Oluşu

Ehl-i Beyt’ten (a.s) nakledilen sünnetin hüccet oluşunu ispatlamak için bir takım nakli ve akli delillere işaret edeceğiz:

Akli Delil

Peygamberlik misyonunun felsefi boyutu, peygamberin sünnetine burhaniyet kazandırdığı gibi Ehl-i Beyt İmamlarının da (a.s) sünnetini hüccet kılmaktadır. Şia’ya göre imam, “Hz. Peygamber’in vasisi ve halefi olup, ümmetin hidayeti, İslam temellerine dayalı yönetimle toplumsal düzeni koruma ve ihtilafları gidermek” gibi onun tüm görevlerini taşımaktadır. [1]

Peygamber’in bu görevleri yerine getirebilmek için her türlü hata ve sapmadan uzak ve masum bir kişiliğe sahip olması gerektiği gibi, imam için de aynı şartlar geçerli ve masumiyeti gereklidir. Ancak İmam, nübüvvet makamında olmadığından vahiy almamaktadır. [2] Bu durum Hz. Peygamber’in (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) hitaben buyurduğu: “Ya Ali! Senin bana nisbetin, Harun’un Musa’ya nisbeti gibidir; yalnız sen peygamber değilsin” [3] sözüyle açıkça beyan edilmiştir. Bu bağlamda İmamların da düşünce, davranış, söz ve takrirleri peygamberde olduğu gibi her türlü hatadan uzak İlahi istekler doğrultusunda olup, İslam ümmeti için burhan ve hüccet niteliğindedir.

Nakli Deliller

Nakli deliller olarak Ehl-i Beyt’in sünnetinin itibarı ve hüccet oluşunu ispatlamak için Kur’an-ı Kerim ve Resulullah’ın sünnetine işarette bulunacağız:

1- Kur’an-ı Kerim

İmam Ali (a.s) ve diğer masumların önderliğine delalet eden Velayet [4] ve İblağ [5] gibi ayetlerle onların masumiyetini zorunlu kılan akli deliller bir nevi sünnetlerinin de hüccet olduğunu ispat etmekteler. Aynı zamanda Allah ve Resulü’nün (s.a.a) itaatine dair bazı ayetlerde Masumlar için de Resulullah’ın ardınca aynı itaatin istenilmesi onların sünnetinin hüccet oluşunu ortaya koymaktadır:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin).” [6]

Bazı rivayetler ve Şia müfessirlerin beyanlarıyla ayette geçen emir sahiplerinin (Ulu’l Emr) Ehl-i Beyt (a.s) olduğu apaçık ortadadır. Onlara ve Resul-i Ekrem’e (s.a.a) itaatin birbiri ardınca ve aynı yerde zikredilmesi, hatta “itaat edin” emrinin ikisi için tekrarlanmayıp bir yerde kullanılması da Ehl-i Beyt’e itaat etmenin Hz. Resulullah’a (s.a.a) itaatle eşanlamlı olduğunu göstermektedir. [7]

Ehl-i Sünnet müfessirlerinin geneli ise, ayette geçen ve itaati istenilenlere “âlimler”, “hükümdarlar” ve “komutanları” da dâhil etmekteler. [8] Oysa bu esas itibariyle imkânsızdır. Çünkü onlara itaatle Resulullah’a (s.a.a) itaatin eşitlenmesi, bu kimselerin hata ve sapmadan masum olmamaları hasebiyle Kur’an’ın genel mantığıyla çelişmektedir. Kur’an-ı Kerim insanları doğru yola ve kemale davet etmektedir; amellerinde her türlü zulüm ve haksızlık olan kimselerin itaatine değil. [9]

İmam Cafer-i Sadık (a.s) bu ayete istinaden vasilere itaatin farz olduğunu bildirmiştirler. [10]

O Hazret (a.s) aynı zamanda “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye” [11] ayetinin de bu manada olduğuna işaret etmişlerdir. İmam Cafer-i Sadık (a.s) bu ayet-i kerimede, Ehl-i Beyt’in (a.s) halka iblağ etmesi gerekeni iblağ ettiğine dair Hz. Peygamber’in (s.a.a) şahitliğini ve Ehl-i Beyt’in de halkın şahitleri olduklarını bildirmiştir. [12]

Bu ayetlerden başka “Tathir ayeti” gibi Şia müfessirlerinin tümü ve birçok Ehl-i Sünnet müfessirince Ehl-i Beyt hakkında nazil olan ayetler ile de Ehl-i Beyt’in masumiyeti ve dolayısıyla onlardan gelen her şeyin doğruluğu ve hüccet oluşu beyan edilmiştir.

Tathir ayeti şöyledir:

“Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” [13]

Sünnetin hüccet ve delil olmasındaki ön koşul, günahsızlık ve hatalardan uzak olmak, yani masumiyettir. Hak Teâlâ’nın tekvini iradesini dikkate aldığımızda bu ayet ile Ehl-i Beyt’in masumiyeti ve her türlü günah ve çirkinlikten uzak olup tertemiz olmaları apaçık ortadadır. [14]

2- Resulullah’ın Sünneti

“Mahzur-i Devr” kaidesi gereğince, sünnetin hüccet oluşunu ispatlamak için rivayetlere başvurmak mümkün olmasa da, masum imamların (a.s) sünnetinin itibarını ispatlamak amacıyla Sünnet-i Nebeviyeye başvurmada bir sakınca yoktur. Çünkü Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sünneti daha önce muteberdir. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sünnetinde özelde Hz. Ali (a.s) hakkında ve genelde tüm İmamlar (a.s) hakkında olma kaydıyla iki şekilde Ehl-i Beyt’in önderliğine ve sünnetlerinin itibarına değinilmiştir. Hz. Ali (a.s) hakkında gelen rivayetler her ne kadar zahirde ona mahsus olsa da işin özünde tüm imamları (a.s) kapsamaktadır. Bu rivayetlerin biri “Menzilet” diye bilinen Hz. Resulullah’ın (s.a.a) kendisi ve Hz. Ali’yi (a.s) Hz. Musa ile kardeşi Harun’a benzettiğine dair olan rivayettir. Rivayetin zahirinde Harun’a benzetilen sadece Hz. Ali (a.s) olsa da masum imamların (a.s) tümü bu benzerliğe sahiplerdir. [15]

Diğer taraftan Ehl-i Beyt’in önderliğine işaret edilen rivayetleri [16] akli delillerde değindiğimiz mevzularla değerlendirdiğimizde, masumların sünnetinin hüccet oluşuna bir kez daha şahit oluyoruz.

Bu rivayetlerin yanı sıra “Sakaleyn Hadisi” iddiamızı doğrulayan en önemli kanıtlardandır. Veda Haccı hutbesinin bir bölümünde yer alan bu rivayette Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; onlara sarıldığınız sürece benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Allah’ın Kitab’ı ve benim itretim Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisi, Kevser Havuzu üzerinde bana tekrar dönünceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar.” [17]

Tüm Şii muhaddislerle Ehl-i Sünnet muhaddislerinin büyük çoğunluğu hadisi bu şekilde nakletmişlerdir. [18]

Peygamber Döneminde Hadis

Hadis’in ortaya çıkışı, muhteva olarak Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sözleri, fiileri ve takrirlerini içermesi hasebiyle risaletle birlikte başlamıştır. Gerçi on üç yıllık Mekke dönemindeki sıkıntılar ve şartlar gereği hadisin pek önemsenmediğini görüyoruz. Çünkü bi’setin ilk yıllarında Müslümanlar daha çok risaletin amacı, İslam’ın temel maarifi ve müşriklere karşı kendilerini savunmayla meşgul olmuşlardır. Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) Medine’ye hicreti ve İslami yönetimin kurulmasıyla birlikte, Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra, hadisin de önemine değinmek için uygun bir ortam oluştu. Dolayısıyla hadislerin yazılması ve yayılmasına ilişkin çabalar daha çok bu dönemde gerçekleşmiştir.

Bu da bu dönemin farklı bir ehemmiyete sahip olmasını ve hadis incelemelerinde daha özenli bir yaklaşımı beraberinde getirmiştir. Bu dönem dâhilinde Hz. Nebi’nin (s.a.a) vefatından sonra hadise karşı oluşan vefasızlık ve karşı çıkmalar, bu değerli mirasa onarılamaz ölçülerde zarar vermiştir. Ehl-i Sünnetten birçok araştırmacı, bu durumu ve ilk halifelerin hadis yazımına getirdikleri yasakları haklı göstermek maksadıyla bu yasakları bizzat Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sözlerine isnat etmeye çalışmışlardır.

Güya “bize Allah’ın kitabı yeter” sloganıyla hadisin bir asır boyunca yasaklanması Hz. Resulullah’ın (s.a.a) isteğiyle gerçekleşmiştir. Oysa bu yanıltıcı ve tek yönlü zanlara karşın, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) hadise olan yaklaşım tarzıyla hadisin yazılıp yayılmasına verdiği öneme baktığımızda, gerçekleri apaçık görebiliyoruz.

Resulullah’ın Hadise Verdiği Önemin Belirtileri

Bu konuyu aşağıdaki çerçeveler dâhilinde inceleyebiliriz:

Eğitim ve Öğretimin İslam’daki Yeri

Dost-düşman herkesin kabul ettiği gibi hiçbir din İslam dini kadar eğitim, öğretim ve bilginin değerine önem vermemiştir. İslam öyle bir dindir ki, Peygamber’inin (s.a.a) mucizesi olan kutsal kitabı besmelenin ardınca “Oku!” emriyle ile başlamış ve daha sonra Allah-u Teâlâ’nın yaratmadaki gücüne işaretin ardından yine öğretim ve eğitime değinilmiştir.

“Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlûkatı yarattı. İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti. Oku ve Rabbin, pek büyük bir kerem sâhibidir. Öyle bir Rab ki kâlemle öğretmiştir. İnsana bilmediğini belletmiştir.” [19]

İslam’da eğitim için coğrafi sınırlamalar [20] bir engel olarak tanınmazken, insanın tüm hallerinde hatta can verme halinde dahi, öğrenimin üstünlüğü beyan edilmiş [21] ve çocukların ebeveynlerine karşı olan haklarından birisinin eğitim olduğu vurgulanmıştır. [22]

Peygamber Efendimizin (s.a.a) Bedir savaşı esirlerine karşı tutumu, bu konuya daha net ışık tutmaktadır. Tarihin aktardığı üzere Bedir’de yakalanan esirler, Ensar’ın çocuklarına okuma-yazma öğrettikleri takdirde özgür bırakılıyorlardı. [23]

Müslümanların Medine’ye hicret edip, Hz. Peygamber’in (s.a.a) huzurunda ilim öğrenmeleri; fakih seviyesine ulaşıp kendi kabilelerini kötülüklerden sakındırmalarıyla ilgili ayetler yine İslam dinindeki eğitime verilen öneme işarettir.

“Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” [24]

 

-------------

[1]- Kâfi, “Kitabu’l Hüccet”, “Marifetu’l İmam”, “Farz Ta’etil Eimme” babları.

[2]- Daha fazla bilgi için bkz. Keşfu’l Murad, s. 364.

[3]- Kâfi, c. 8, s. 107; Meani el-Ahbar, s. 74.

[4]- Maide/55.

[5]- Maide/67.

[6]- Nisa/59.

[7]- Tibyan, c. 3, s. 236; Mec’meu’l Beyan, c. 3, s. 114; el-Mizan, c. 4, s. 391-392.

[8]- Camiu’l Beyan, c. 5, s. 202; el-Cami li Ahkami’l Kur’an-ı Kerim, c. 5, s. 259-260.

[9]- el-Mizan, c. 4, s. 394-400.

[10]- Kâfi, c. 1, s. 187.

[11]- Bakara/143.

[12]- Kâfi, c. 1, s. 190.

[13]- Kâfi, c. 1, s. 190.

[14]- el-Mizan, c. 16, s. 309-313; Mec’meu’l Beyan, c. 8, s. 156-158.

[15]- Kâfi, c. 8, s. 105; Meaniu’l Ahbar, s. 74.

[16]- Birbirine yakın muhtevalarla Cabir İbn-i Semure’den Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakledilmiştir: “On iki halife var olduğu sürece İslam aziz olacaktır.” Ravi (Cabir) diyor ki: “Daha sonra bir şey buyurdu; fakat ben anlayamadım. Babamdan Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ne buyurduğunu sorduğumda dedi ki: “Onların (halifelerin) hepsi Kureyş’tendir.” buyurdu. Bu rivayet Ehl-i Sünnet kaynaklarının birçoğunda nakledilmiştir. Daha fazla bilgi için bkz. Sahih-i Buhari, c. 8, s. 127; Sahih-i Müslim, c. 6, s. 403. Müslim bu rivayeti altı kanaldan nakletmiştir. Müsned-i Ahmet İbn-i Hanbel, c. 5, s. 87-108. Burada hadisin muhtelif içerik ve kanalları geniş bir şekilde ele alınmıştır. Ehl-i Sünnet ulemasının bu hadise dair yorumları için bkz. Fethu’l Bari, c. 13, s. 181-186; Şerh-i Müslim, c. 12, s. 201-203.

[17]- el-İrşad, s. 233. Daha fazla bilgi için bkz. Askeri, Necmuddin, Hadis el-Sakaleyn, Muhammedi Reyşehri, Muhammed, Ahlu’l Beyt fi’l Kitab ve’l Sünnet.

[18]- Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 3, s. 4 ve 17; Sünen-i Daremi, c. 2, s. 432; el-Müstedrek a’la Sahiheyn, c. 3, s. 148; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 36-37. Diğer Kaynakları için bkz. Ahlu’l Beyt fi’l Kitab ve’l Sünnet, s. 126.

[19]- Alak/1-5.

[20]- Hz. Resulullah (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmuştur: “İlim, Çin’de dahi olsa gidip alınız.” Şerh-i Usul-i Kafi, c. 1, s. 157; Vesailu’ş-Şia, c. , s. 27; Üstad Haşim Hasani’ye göre Hz. Resulullah (s.a.a) döneminde Çin’e gitmek günümüzde Ay’a gitmekten daha zordur. Dirasat fi’l Hadis ve’l Muhaddisin, s. 19.

[21]- İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bütün hallerde (durum ne olursa olsun) ilim talep etmek farzdır.” Vesailu’ş-Şia, c. 27, s. 27.

[22]- Kâfi, c. 6, s. 49; Biharu’l Envar, c. 71, s. 80.

[23]- Tabakat-i İbn-i Sa’ad, c. 2, s. 22.

[24]- Tevbe/122. Ayetin tefsiri için bkz. Camiu’l Beyan, c. 11, s. 89-92; et-Tibyan, c. 5, s.321-323.




Bu haber 435 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
YUKARI