Bugun...


İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela Vakıası - 7
Tarih: 02-08-2023 14:48:58 Güncelleme: 02-08-2023 14:48:58 + -


Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 02-08-2023 14:48

İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela Vakıası - 7

İtiraz ve Eleştirilere Cevap

Irak'a gitmek için İmam Hüseyin'in (a.s) gösterdiği delili açıklamadan önce bu delilin zeminini hazırlamak ve rayına oturtmak amacıyla bir ön deyimde bulunmak, önsöz kurmak zorundayız.

Geçmiş ve şimdiki siyaset tarihi, kendi siyasi faaliyetlerinde en az bir engelle karşılaşmadan ve olanca ciddiyetle kendi siyasi hedeflerine ulaşmış olan kimselerin çok az görüldüğünü göstermektedir. Kudreti ele almak amacıyla ya da müspet (olumlu) veya menfi (olumsuz) hedefler uğrunda faaliyet eden kimseler daima ihtimaller üzerinde muhasebe ederler.  Siyaset dünyasında en başarılı ve halk yanlısı kimseler bile terör vb. gibi birtakım tehlikelerle karşı karşıyadırlar. Buna göre idealist kimseler gibi düşünmemeli ve sadece kesinlikle hedefe varacağımız ve bunda en küçük bir yenilgi ihtimali olmadığı takdirde girişimde bulunmanın, harekete geçmenin doğru olduğunu sanmamalıyız. Tarihi gerçekler bu gibi bir düşünce tarzını asla teyit etmemiştir ve bu, böyle siyasi görüşü olan kimsenin saflığının göstergesi, alametidir.

Burada da “İmam (a.s) bu yolculuğunun başarıyla sonuçlanacağına, en az bir yenilgi ihtimali bulunmadığına yakin etmeliydi” gibi yanlış bir düşünceye kapılmamamız gerekir. İmam'ın (a.s) hareketinin aslını kabul etmeyen birinin İmam'ın (a.s) yenilme ihtimalinin mevcut olduğuna dair tarihten şahitler göstermeye hakkı yoktur. Mesela “bundan önce başka bir defa da Kûfeliler imtihan olmuş ve sınanmıştılar” diyemeyiz. İmam'ın (a.s) hareketini kabul eden kimse de asla yenilgi ihtimalinin olmadığını düşünmemelidir. Bunu dikkate alarak önce İmam'ın (a.s) o şartlar altındaki durumu ölçmeli; daha sonra tarihî şahitleri ve İmam'ın (a.s) girişimlerini dikkate almakla İmam'ın (a.s) Irak'a hicret edişini değerlendirmek gerekir.

İmam (a.s), muhalefeti şehadetle sonuçlansa bile, Yezid'e ve sultasına asla boyun eğmek istemiyordu. Aynı zamanda mümkün oldukça Yezid'in aleyhine bir kıyam başlatmak ve İslam toplumunun hakimiyetini Ben-î Ümeyye'nin kanlı pençesinden kurtarmak için bir çare bulmaya çalışıyordu.

İmam'ın (a.s) siyasi düşüncesini belirleyen sınır bundan ibaret idi. İmam (a.s) bu hudut ve alan içinde kendi yolunu seçmeli; öneriler ve eleştirilere karşı bir tepki göstermeliydi. Bu sınır da katiyen değiştirilemezdi. Bu yüzden bu sınırla hiçbir yönden bağdaşmayan her öneri, İmam (a.s) açısından mahkûm ve kabullenilmeyecek bir şey idi.

Diğer bir taraftan da o günün siyaset dünyası özel bir sınıra sahip idi ve bunun bir kısmını da ihtimaller teşkil etmekteydi. O halde İmam (a.s) amelde kendine özgü siyaset tutumunu tahrif ve tahribata uğratmayacak ve de o günkü mevcut gerçeklere aykırı olmayacak bir şekilde kendini ayarlamalı ve ona göre hareket etmeliydi.

O günün bilinen siyasi ihtiyaçları açısından Yezid, İmam Hüseyin (a.s) gibi birinin ona biat etmeden yaşamını sürdürmesine asla izin vermezdi. Çünkü İmam Hüseyin (a.s) Yezid'in işlerine karışmayan, vurdum duymaz ve hiçbir mesuliyeti taşımayan normal hayatını yaşayacak biri değildi. Buna göre İmam (a.s) biat etmediği takdirde Yezid'in seçebileceği tek yol İmam'ı (a.s) şehit etmek idi. Başka bir taraftan da Şam bir yana, hatta Medine, Mekke ve genel olarak Hicaz, Yemen... bile Yezid'in karşısında duracak, İmam Hüseyin'i (a.s) savunacak ve onun öldürülmesine engel olacak bir durumda değildi. Sadece savunma ve İmam'ı (a.s) destekleme ihtimali olan bölge Kûfe idi. Kûfe'nin önceki tutumunu ve halkının Emirü’l Müminin Ali'ye (a.s), İmam Hasan'a (a.s) karşı düşman karşısında tuttuğu tavrı dikkate almak bu ihtimali zayıflatıyor idiyse de İmam'ın (a.s) Kûfe'ye gelmesi için Kûfelilerin sabırsızlanması; Kûfe eşrafının ve avam halkının İmam'ı (a.s) mektup yağmuruna tutması, Ben-i Ümeyye karşısında duracaklarına ve İmam'ı (a.s) savunacaklarına dair söz vermeleri, bu zaafı gideriyordu. Kûfelilerin, İmam Hüseyin'i (a.s) destekleyeceklerine dair ısrarları arttıkça, İmam'ın (a.s) düşman karşısında zafere ulaşma ihtimali yüzde kaç güçleniyordu; ancak tehlike ve yenilgi ihtimali yüzde yüz ortadan kalkmış değildi.

Şimdi İmam (a.s) bu yolu seçmeseydi, sizce ne yapmalıydı? İmam (a.s) biat etmediği takdirde, Yezid onu yaşatır mıydı? İmam (a.s), Yezid'e nasıl biat eder ve İslam devletine egemen olan İslam'a aykırı ve küfürcül hareketler karşısında ancak ve ancak kendi can, yaşam ve çıkarlarını düşünen vurdumduymaz bir seyirci ve hiçbir risaleti, mesuliyeti olmayan bir şahıs gibi nasıl yaşayabilirdi?

Eğer İmam (a.s) Kûfe'ye gitmez ve Mekke'nin içinde terör edilip öldürülseydi, bu şahısların kendisi, "Kûfelilerin İmam'ı (a.s) davet etmeleri hususunda kendisine gönderdikleri onca mektupları ve ısrarları karşısında İmam Hüseyin (a.s) neden aldırış edip oraya gitmedi. Halbuki eğer gitseydi, Kûfelilerin askerlerine dayanıp terör tehlikesinden güvencede kalır ve siyasi hedeflerini başarıyla elde ederdi" demezler miydi?

İtirazda bulunanlar genelde, İmam'ın (a.s) kıyam etmesine karşı çıkıyorlardı ve İmam'ın (a.s) kıyam etmemesi “Yezid'in hükümetine boyun eğmek ve kabullenmek” anlamını taşıyordu ve bu da İmam (a.s) açısından imkânsız idi. Hatta Abdullah b. Cafer'in o hazret için Yezid'den almak istediği aman ve dokunulmazlık hakkı da bu anlamda idi. Çünkü Yezid'in aman vermesi, haliyle o hazret kıyam etmediği takdirde gerçekleşebilirdi; ancak İmam (a.s) ise, Yezid'e biat etmek zilletine boyun eğmiyordu.

Şimdi İmam'ın (a.s) bu meseleyi nasıl yorumladığına ve tarihî şahitlerin bunu nasıl gösterdiğine bir göz atalım.

İmam (a.s) birçok yerde Yezid ve uşaklarının o hazretin Mekke'de yaşamasına izin vermeyip nihayet kendisini öldürecekleri hususuna değinmiştir. Şimdi bu yerlerden birkaçını örnek olarak gösteriyoruz:

İbn-i Abbas'ın itirazı karşısında şöyle cevap buyurdu: Mekke'nin iki karış ötesinde öldürülmem, bir karış ötesinde öldürülmemden daha iyidir. [1]

İbn-i Ömer'in itirazını şöyle cevapladı: Bunlar beni kendi başıma bırakmazlar. Benden biat almak için her şeyi yapacaklar; ben ise, öyle yapmayınca nihayet beni öldürecekler.

Başka bir itiraza karşı şöyle buyurdu: Yeryüzündeki haşerelerin birinin yuvasına girsem dahi, beni oradan çıkaracak ve öldürecekler. [2]

Başka bir yerde de böyle acele etmesinin nedenini sorduklarında şöyle buyurdu: Acele etmezsem, başım derde düşer. [3]

Başka bir yerde ise şöyle buyurdu: Ben-i Ümeyye malımı aldı, sabrettim; onuruma ve şahsiyetime dokundu, sabrettim. Kanımı dökmek istediklerindeyse, ellerinden çıkıp kaçtım. [4]

Bu konu hakkındaki İmam'ın (a.s) vardığı sonuç budur ve aynı zamanda bu, Yezid'e biat etmediği taktirde kesinlikle öldürüleceğine apaçık ve canlı bir delildir.

Meselenin diğer bir tarafı da Irak'a doğru hareket etme konusudur. İmam (a.s) Mekke'den çıkmağa karar verdiğinde, İslam devletinin hangi noktasına gitmeyi seçmeliydi? İmam (a.s) Mekke'de olduğu birkaç ay boyunca, Irak halkından fazla miktarda mektup o hazrete gelip çatmıştı. Bu mektuplar öyle fazla ve öyle ciddiyetle yazılmıştı ki, sonraları İmam'ın (a.s) Irak'a gitmesinin asıl nedenlerinden birini oluşturmuştu. Çoğu zaman da İmam'dan (a.s) niçin Kûfe'ye gitmek istediği sorulunca, Irak halkının mektuplarını dile getiriyordu. [5] Mesela Hürr, Ömer b. Sa'd, [6] Buhayr b. Şeddad [7] ve Abdullah b. Ömer'in [8] cevabında ve hatta Aşûra gününün sabah vakti [9] Kûfe ordusunun karşısında “kendi gelme nedeninin Kûfe halkının mektupları olduğu” olarak niteledi ve Irak'a doğru hareket etmesi konusunda soranların cevabında defalarca şöyle buyurdu: Atımın heybesi Iraklıların mektuplarıyla doludur. [10]

İmam (a.s), Müslim'in “Hemen Kûfe'ye gelmesine dair” yazılı haberini alınca, aceleyle Mekke'den çıkıp Mekke ile Kûfe arasındaki mesafeyi çok çabuk bir şekilde ve hızla geride bıraktı. Ama Müslim'in şehadet haberi gelince [11], bu şehadeti duyduklarından dolayı kervanın hareketi hissedilir bir şekilde yavaşladı. Zaman geçtikçe de hareketin ve ilerlemenin hızı da azalıyordu ama İmam'ın (a.s) ve ashabının Kûfe'ye doğru ilerlemesini asla önlemedi. Çünkü Müslim ve Hâni'nin şehit edilişlerinin haberi İmam'a (a.s) iletildikten sonra, İmam'ın (a.s) Kûfe halkı hakkındaki hoşgörü ve itimadı gitgide azalıyordu. Ama Kûfe'de başarıya ulaşma ihtimali, yüzde yüz ortadan kalkmış değildi. Başka bir deyimle, İmam'ın (a.s) kervanı Kûfe'ye yaklaştıkça, savaşta zafer elde etme ümitleri daha çok sarsılıyordu. Daima İmam'ın (a.s) Kûfe'ye gitmek ve harekete devam etmek hakkındaki değerlendirmeleri ve ashabıyla istişarede bulunma, danışmalarının neticesi, zafere ulaşmanın mümkün olduğunu andırıyordu. “Siz Müslim b. Akîl'e benzemezsiniz” diyorlardı. “Kûfe halkı sizi görünce hepsi sizin etrafınızda toplanacaklar. Belki de Müslim meşhur biri olmadığından gerektiği şekilde halkı toparlayamadı ve kendine çekemedi ama sizin şahsiyetinizin daha başka bir cazibesi ve çekiciliği var” demek istiyorlardı. İmam'ın (a.s) bulunduğu durumda ve Kûfe halkının on yıllık mektupları ve isteklerini dikkate almakla böyle bir söz beklenmez değildi. Bu nedenle İmam (a.s) bir değerlendirme yaparak yola devam etmeyi kabul etti.

Futuh'un rivayetinden de İmam'ın (a.s) Kays b. Musahhar Saydavi ile Kûfelilere gönderdiği mektubunun Müslim b. Akîl'in şehadet haberinden sonra da ahitlerine vefa etmeleri gerektiği hususunda olduğu anlaşılıyor. Kûfe hakkındaki kuşku zemini İmam'ın (a.s) ordusunun düşüncesine önemsenecek bir derecede işlemiş olmasına rağmen, bunun neticesi sadece İmam'ın (a.s) Hürr'ün ordusuyla karşılaştığında ve geri dönmeye dair alınan kararda ortaya çıktı. Hürr'ün bir ordunun başında gelmesi; bunun yanında dört bin kişilik düşman ordusunun Kadisiye’de toplanma haberinin duyulması; ayrıca Kûfe hakkındaki önceden gelen haberler, bilgiler ve bunlardan biri de İmam'ın (a.s) Kûfe'ye gelmekten vazgeçmesi hakkında Müslim'in Ömer b. Sa'd ile gönderdiği sözlü mesajın iletilişi olmak üzere, artık İmam'ın (a.s) Kûfe'ye bel bağlamamasına ve Kûfe'ye gitmenin yenilgi ve şehadetten başka bir neticesinin olmadığına emin ediyordu.

Tam bu sırada İmam (a.s) geri dönmeye karar verdi [12]. Ama Hürr, İmam'ı (a.s) ve beraberindeki orduyu Kûfe'ye götürmek için Kûfe valisinden emir aldığını öne sürerek, İmam'ın (a.s) dönmesine engel oldu. İşte bu andan itibaren İmam (a.s) daima düşman ordusunun komutanlarıyla, [13] elçileriyle görüştüğünde ve hatta Kûfe ordusuna hitap ederek, dönmeye karar verdiğini tekrar ediyordu.

Ey millet! Beni desteklemek ve himaye etmek istemiyorsanız, en azından emniyetli bir yere (Mekke) dönmeme engel olmayın. [14]

Bazı tarihçiler şöyle yazmışlar: İmam (a.s) Kûfe ordusu tarafından kuşatıldıktan ve muhasarada kaldıktan sonra, Ömer b. Sa'd'ın bu üç şeyden birini kabul etmesini istedi: Bırakın Hicaz'a döneyim ya Şam'a gidip Yezid'e biat edeyim veya devletin uzak sınırlarından birine gideyim ve...

Ama bazı delillere göre bu haber doğru değil ve bunu yazanlar da bunu yazmakla İmam Hüseyin'in (a.s) emsali olmayan şahsiyetini ezmek, tahkir etmek ve böylece Emevi sultanlarına ve velinimetlerine karşı bir hizmette bulunmak istemişlerdir. Bu sözün doğru olmadığını kanıtlayan delil ve şahitler şunlardan ibarettir:

Yukarıda söylenen rivayette ve aynı şekilde diğer konuşmalarda tekit edilen nokta İmam'ın (a.s) Şam'a gitmeyi öne sürmemiş olması ve sadece Hicaz'a (Mekke ve Medine) dönmeyi istemiş olmasıdır.

Belazuri, bir rivayetinde açıkça şöyle diyor: İmam (a.s), Ömer b. Sa'd'a sadece Medine'ye dönmeyi söyledi. [15]

Aynı şekilde müstenit olarak Übet b. Sem'an'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Ben bütün merhalelerde Hüseyin b. Ali'nin (a.s) yanında idim ve bir an bile ondan ayrılmadım ama halkın arasında yayılmış olan bu “bırakın Şam'a gidip Yezid'e biat edeyim” söze, hatta işaret bile etmedi ve sadece şöyle buyurdu: Bırakın geldiğim yere döneyim veya bu geniş yeryüzünün bir yerine gidip oradan halkın işinin nereye vardığını göreyim. [16]

Eğer İmam (a.s) biat etmeyi kabullenmiş olsaydı, Yezid'in, uğrunda bunca velvele yarattığı sorun kendi kendine çözümlenir ve İmam Hüseyin (a.s) de herhangi biri gibi yaşamını sürdürürdü.

Kerbela Vakıasında Gayb Unsuru

Kerbela vakıasının tarihî boyutunda önemli bir yeri olan meselelerden biri de "Gayb" meselesidir. Bu mesele, Kerbela vakıasını araştırırken birçok ihtilafların ortaya çıkmasına ve daha çok ideolojik bir konunun tarihî bir meseleyle karşılaştırılmasına neden olmuştur.

İşin gerçeği şudur ki bizim alimlerimiz itikadi açıdan ve de İmam'ın (a.s) ilminin alan ve kapsamını göz önünde bulundurarak bu konudaki kaynaklarda gerekli araştırma ve incelemede bulunmuşlar ama bu tarihî meseleyi açıklamada ve izah etmede bu ideolojik delilleri gündeme getirmeye gerek yoktur; çünkü böyle bir şey konuyu tarihî şeklinden çıkarmakla kalmayıp, tarih yazmada görüş ve inancı işe karıştırmakla suçlanmak zemini de hazırlayacaktır.

Şimdi olayın tarihî açıklamasının dışında, daha çok bilgi vermek amacıyla sözün sonu olarak, bu hadise gerçekleşmeden önce gerçekleşeceğinin bilindiğine açıkça delalet eden hadislere kısaca değineceğiz. Bu rivayetlerin bazısı Hz. Peygamber'in (s.a.a) dilinden nakledilmiş ve bunda Şia'nın ve Ehl-i Sünnetin büyük râvileri ve hadisçilerinin çoğu ittifak etmişlerdir.

Allame Emini'nin telif ettiği çok değerli “Siretuna ve Sünnetuna” kitabı, çok sayıda bu gibi hadisleri içermektedir. Bu hadisler Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şahsının, Kerbela vakıasını ve evladı İmam Hüseyin'in (a.s) orada mazlumca şehit edileceğini bu hâdise gerçekleşmeden yıllar önce izah etmiş olduğunu; Hz. Resulullah'ın (s.a.a) çok derinden etkilendiğini ve hatta ağlayıp üzüldüğünü bildiriyor. Merhum Allame Emini bu hadislerin çoğunu Ehl-i Sünnetin tarih ve hadis kitaplarından nakletmiştir.

Şimdi bu hadislerden bazılarına değiniyoruz.

Bir hadiste şöyle denmiş: Bir gün Hz. Hüseyin (a.s), Hz. Resulullah'ı (s.a.a) ve bir grup melek gördüğü rüyasını anlatırken Hz. Resulullah (s.a.a) onu bağrına basıp şöyle buyurmuş: Ey Hüseyin! Ümmetimden bir grup tarafından pek yakında Kerbela sahrasında susuz öldürüleceğini görüyorum. O zaman baban ve annen benim yanımda olup sabırsızlıkla senin gelmeni bekleyecekler. Cennette senin için öyle makam ve dereceler var ki şehit olmadıkça onları elde edemezsin. [17]

Hz. Hüseyin (a.s) Mekke'de şöyle buyurdu: Ceddim Resulullah'ı (s.a.a) rüyada gördüm. Bana bir emir verdi ve ben de ona göre davranacağım. [18]

 İmam (a.s), Kerbela'ya vardığı gün o yerin ismini sorunca “Kerbeladır” dediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Babam Sıffin'e giderken bu sahradan geçti ve ben de onun yanında idim. Burada durup bu yerin hakkında bazı sorular sordu. Ona “Bu yerin ismi Kerbela'dır” dediler. Bu sırada babam bu sahranın bazı bölümlerine işaret ederek "Burada bineklerini bağlayacaklar ve burada da kanları akıtılacak" dedi. Ondan “Ya Emirü’l Müminin (a.s)! Kimin hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordular. “Burada inecek olan Âl-i Muhammed'in (s.a.a) bir grubu, bir kafilesi hakkında" dedi. [19]

Aşûra günü bacısı Hz. Zeyneb'e (s.a) hitaben şöyle buyurdu: Bacıcığım! Dün gece ceddim Resulullah'ı (s.a.a), babam Ali'yi (a.s), annem Fatıma'yı (s.a) ve kardeşim Hasan'ı (a.s) rüyada gördüm. “Çok geçmeden bizim yanımıza geleceksin” diyorlardı. Kardeşim! And olsun Allah'a hiç şüphe yok ki bunun zamanı yaklaşmıştır. [20]

Bunlar, İmam'ın (a.s) şehadetinden önce Kerbela hakkında bilgisi olduğuna delalet eden hadislerden örneklerdir. Sadece İmam Hüseyin (a.s) değil, hatta Hz. Peygamber (s.a.a) bile nübüvvet veya imametin ispatı dışındaki siyasî ve normal yaşamlarında gayb unsurundan yararlanmıyorlardı. Bu hususlar dışında onlar da İslamî ahkam ve ahlak gereğince hareket ediyorlardı. Hz. Peygamberin (s.a.a) ve hidayet İmamlarının (a.s) öncü ve sembol olmaları gayb unsuruna göre değil, onların mevcut durumlarına göre harekete etmelerine ve zahiri değerlendirmelerine dayalıdır. Çünkü gayb unsuruna dayanmak herkesin yapabileceği bir iş değildir.

Şia'nın Oluşum ve Yapılanmasında Kerbela Vakıasının Etkisi

Kerbela vakıası, kesinlikle tarihin belirleyici olaylarından ve Şii oluşumun en önemli sebeplerinden biridir. Şiiliğin fikirsel temellerinin bizzat onun en köklü meselesi olan “imamet”, Kur'an ve Sünnet'te açıkça göze çarpıyor. Ancak Şii tarihinin diğer İslamî gruplardan ayrılığı zamanın akışıyla ve yavaş yavaş gerçekleşmiştir. Emirü’l Müminin Ali'nin (a.s) hakimiyeti, olaylar karşısındaki yöntem ve sünneti, geride bıraktığı İslamî düşünceler ve öğretiler bir dereceye kadar fikirsel açıdan Şia'nın yapılanmasını ve oluşumunu sağlamıştır. Emevilerin diğer İslamî grupların düşünce sistemini ve anlayış tarzını desteklemeleri, Şia ile diğer mevcut grupların birbirlerinden daha çok ayrılmasına neden olmuştur.

Muaviye'nin hileleri ve aldatıcı davranışları, Müslümanların Ben-i Ümeyye'nin İslamî maske altında cahiliyetin insanlık düşmanı şahsiyetlerini gizlediklerini; cahiliyet yaşamının aşığı olduklarını ve cahiliyet kültürünün savunucusu olduklarını anlamalarına fırsat vermedi. Gerçi o günün bilinçli ve düşünür şahsiyetleri bu noktaya vakıf idiler ama oğlu Yezid onun bu maharetine sahip değildi. O günlük şiir ve konuşmalarında kim olduğunu ve ne istediğini açıkça dile getiriyordu. Bu yüzden başa geçtiğinde ve işinin başlangıcında Kerbela vakıasını yarattı. Hüseyin b. Ali'yi (a.s) bir grup yakınları ve ashabıyla birlikte şehit etti. Şii tarihinin, Emevilerin İslam maskesi altında bulunan diğer gruplarından ayrılışı kesinleşti ve Şia bundan itibaren İmam Ali'yi (a.s) ve onun halifelerinin sünnet ve siyerine uyan bir grup olarak varlığını ortaya koydu.

Resul CAFERİYAN

 

-----------

[1]- Ensabu’l Eşraf, c. 2, s. 164; Taberi, c. 4, s. 289; İbn-i A'sem, c. 5, s. 113; İbn-i Asakir, s. 190; el-Marifetü vet-Tarih, c. 1, s. 541; Haysemi, Macmau’z-Zavaid, c. 9, s. 192; Murucu’z-Zeheb, c. 3, s. 55.

[2]- İbn-i A'sem, c. 5, s. 116.

[3]- Taberi, c. 4, s. 290.

[4]- İbn-i A'sem, c. 5, s. 124.

[5]- Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 2, s. 163-165.

[6]- Ensabu’l Eşraf, c. 2, s. 170-177; İbn-i A'sem, c. 5, s. 137-138; Dinveri, Ahbaru’t-Tuvval, s. 249-254.

[7]- İbn-i Sa'd, Turasuna dergisi, sayı: 10, s. 173.

[8]- İbn-i Sa'd, Turasuna dergisi, sayı: 10, s. 181.

[9]- İbn-i Asakir, s. 192.

[10]- İbn-i Asakir, s. 209-210.

[11]- Taberi, c. 4, s. 300.

[12]- Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 2, s. 170; İbn-i A'sem, c. 5, s. 135; Dinveri, Ahbaru’t-Tuvval, s. 250.

[13]- Taberi, c. 4, s. 311; İbn-i A'sem, c. 5, s. 155.

[14]- Taberi, c. 4, s. 323.

[15]- Ensabu’l Eşraf, c. 2, s. 182.

[16]- İbn-i Esir, el-Kâmilu fit-Tarih, c. 4, s. 54.

[17]- İbn-i A'sem, c. 5, s. 28-29.

[18]- İbn-i A'sem, c. 5, s. 51.

[19]- Dinveri, Ahbaru’t-Tuvval, s. 253.

[20]- İbn-i A'sem, c. 5, s. 175-176.

 




Bu haber 348 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER GÜNDEM Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
YUKARI