Bugun...


İnsanı Hayrete Düşüren Kitap - 3
Tarih: 24-07-2023 13:02:41 Güncelleme: 24-07-2023 13:02:41 + -


Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 24-07-2023 13:02

İnsanı Hayrete Düşüren Kitap - 3

Şaheserler

Her milletin kendi fertleri arasında az veya çok birtakım edebî eserleri vardır ki, bu eserlerden bazıları şaheser sayılır. Geçmişteki Yunan ve başka uygarlıkların bazı şaheserleri ve yeni çağda İtalya, İngiltere, Fransa ve başka ülkelerdeki bazı edebiyat harikaları üzerinde değerlendirme yapmayı, onlar hakkında yargıda bulunmayı, o edebiyatlar hakkında uzmanlık derecesinde bilgi sahibi olan ve bu alanda yargıda bulunma gücüne sahip olanlara bırakalım. Sözümüzü Arapça ve Farsça'da var olan ve az çok anlayabileceğimiz değerli şaheserlerle sınırlı tutalım.

Elbette Arap ve Fars edebiyatı şaheserleri hakkında doğru bir hüküm verebilmek, bu dillerdeki edebiyatçılara aittir; ancak bu eserlerden her birinin bütün açılardan değil, sadece belli bir alanda şaheser olduğu kesindir. Başka bir ifadeyle: Bu eserlerin her birinin yaratıcısı sadece belli bir alanda sanat güçlerini ortaya koyabilmişlerdir; gerçek sanat yetenekleri belli ve sınırlı bir alanda filizlenmiş; bu çerçeveyi aştıklarında, sahaları dışında sanat gösterisi yapmak istediklerinde, tepetakla yere yuvarlanmışlardır.

Fars edebiyatında birçok edebî şaheser vardır. İrfanî gazelde, normal gazelde, öğüt ve nasihatte, ruhî ve irfanî temsillerde, hamaset, yiğitlik, kaside ve diğer alanlarda harika eserler vardır. Fakat bilindiği üzere dünyaca meşhur şairlerimizden hiçbirinin şiirinin her dalında şaheser verdiğini kimse söyleyemez.

Hafız'ın sanat ve şöhreti irfan gazelinde; Sadi'ninki öğüt, nasihat ve normal gazelde; Firdevsi'ninki hamaset ve yiğitlikte; Mevlana'nınki temsil, benzetme ve manevî inceliklerde; Hayyam'ınki felsefî karamsarlıklarda ve Nizamî'nin şiirdeki sanat gücü ise, başka bir daldadır. Bu yüzden bunları birbiriyle mukayese edip aralarından birini tercih edemeyiz. Bunlar hakkında söyleyebileceğimiz tek şey her birinin kendi dalında üstün olduğudur. Bazen bu dâhilerin her biri uzman olduğu kendi dalından çıktığında iki sözü arasında apaçık bir ayrılık ortaya çıkmıştır.

Hz. Ali'ye (a.s) "Araplar arasında şairlerin en üstünü kimdir?" diye sorulduğunda, o hazretin cevap verişi Nehc'ül-Belâğa'da şöyle geçer:

"Bu şairlerin hepsi aynı meydanda at koşturmadıkları için hangisinin daha üstün olduğu bilinemez."

Sonra şöyle devam etti:

"Ama insan illa da görüş belirtmek zorunda kalırsa, o zalimlerin padişahının (İmreu’l-Kays'ın) ötekilerden üstün olduğunu söylemek gerekir." [1] 

İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belâğa'da yukarıdaki cümlenin altında senediyle birlikte şöyle bir hikâye nakleder:

"Ali (a.s) Ramazan ayında her akşam halkı iftara davet eder. Onlara et ikram eder, fakat kendisi o yemekten yemezdi. Yemekten sonra da onlar için bir hutbe okuyup nasihatte bulunurdu. Bir akşam davetliler yemekte, geçmiş şairler hakkında bahse giriştiler. Ali (a.s) yemekten sonra yaptığı konuşmada bir ara şöyle dedi: 'Sizlerin işlerinizin ölçüsü dindir ve sizleri koruyacak şey takvadır. Edep sizin süsünüzdür; hilim ve sabır ise, haysiyetinizin hisarıdır.' Sonra orada bulunan ve şairler hakkındaki konuşmaya katılan Ebu Esved-i Düelî'ye dönerek şöyle buyurdu: 'Söyle bakayım, şairlerin en üstünü kim olduğu hakkında senin görüşün nedir?!' Ebu Esved, Ebu Davud Eyadi'den bir şiir okuduktan sonra, 'Bence bu adam bütün şairlerden üstündür' dedi. Bunun üzerine Ali (a.s), 'Yanıldın; o değil' buyurdu.

Oradakiler Ali'nin (a.s), daha önce kendi aralarında tartıştıkları konuda görüş belirtmeye istekli olduğunu görünce, hep bir ağızdan, 'O hâlde siz görüşünüzü belirtin ey müminlerin emiri! Şairlerin en üstününün kim olduğunu siz söyleyin' dediler.

Bunun üzerine Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Bu konuda yargıda bulunmak doğru olmaz; çünkü bir şiir yarışmasında eğer onların hepsi aynı doğrultuda hareket etmiş olsalardı, haklarında hakemlik edilebilir ve kazanan tanıtılabilirdi. İlla da görüş belirtilmesi gerekirse, bir adamın kişisel eğilimi etkisinde kalarak veya korku ve çekinmeden dolayı değil de sırf kendi hayal gücü ve şiir zevkiyle şiir besteleyen kimse diğerlerinden üstündür, derim'. Oradakiler, 'Ey müminlerin emiri! O adam kimdir?' diye sorunca, hazret 'O, zalim padişah İmreu’l-Kays'tır.' buyurdu."

Meşhur nahivci Yunus'a, “Cahiliye döneminin en büyük şairi kimdi?” diye sorduklarında şöyle dediği nakledilir: "İmreu’l-Kays'tır bindiğinde; Nabığa'dır kaçtığında; Züheyr'dir rağbet ettiğinde; A'şa'dır neşeli olduğunda."

En büyük şair, İmreu’l-Kays'tır bindiğinde (yani şecaat ve yiğitlik duyguları kabarması üzerine kahramanlık şiiri söylemek istediğinde); Nabığa Zebyanî'dir korkutulup mazeret gösterip kendisini savunmak istediğinde; Züheyr b. Ebu Selmâ'dır sevdiği bir şeyi tavsif etmek istediğinde; A'şa'dır neşeli olduğunda.

Bu adamın maksadı, şairlerden her birinin belli başlı bir alanda yetenek sahibi olduğunu, meydana getirdikleri eserlerin sadece o alanda şaheser olduğunu vurgulamaktır. Yani, her biri kendi alanında birincidir ve hiçbiri diğerinin alanında deha sahibi değildir.

Çeşitli Meydanlarda Ali (a.s)

Hz. Ali'nin (a.s) "Nehcü’l-Belâğa" diye elimizde bulunan sözlerinin belirgin özelliklerinden biri, belli bir alanla sınırlı olmayıp çeşitli konuları kapsayışıdır. Hz. Ali (a.s) kendi tabirince sadece bir alanda at koşturmamış, çeşitli alanlarda ve hatta bazen birbirine zıt olan alanlarda beyanı en üst dereceye ulaştırmıştır. Nehcü’l-Belâğa bir şaheserdir; fakat sadece bir alanda değil, meselâ sadece vaaz, nasihat, hamaset (kahramanlık), aşk ve gazel veya övme, yerme vb. çeşitli alanlarda bir şaheserdir.

Sadece bir alanda bile olsa harika söz ve kelâm, çok olmayıp parmakla sayılır kadar azdır; ancak yine de vardır. Çeşitli alanlarda harika değil de normal seviyede söylenmiş sözler çoktur; fakat çeşitli alanlarda harika olan söz, sadece ve sadece Nehcü’l-Belâğa'ya ait bir özelliktir.

Elbette Kur’an-ı Kerim'in durumu farklıdır; ondan bahsetmek istemiyoruz. Kur’an dışında hangi şaheser Nehcü’l-Belâğa gibi farklı boyutlara sahiptir?!

Söz ruhun temsilcisidir; herkesin sözü, söyleyenin ruhunun ait olduğu dünyaya aittir. Doğal olarak çeşitli dünyalara ait olan bir söz, tek bir dünyayla sınırlı olmayan bir ruhun nişanesi ve habercisidir. Hz. Ali'nin (a.s) ruhu belli bir dünyaya ait değildir; bütün dünyalarda vardır ve ariflerin tabiriyle "insan-ı kâmil, kevn-i cami=kapsamlı varlık, cami-i hazarat=bütün derecelere sahip olan" insandır. Onun sözü de belli bir dünyayla sınırlı değildir. Hz. Ali'nin (a.s) sözlerinin özelliklerinden birisi bugünkü tabirle tek boyutlu değil, çok boyutlu oluşudur.

Hz. Ali'nin (a.s) sözlerinin ve ruhunun bütün boyutları kapsayışı yeni keşfedilmiş bir olay değildir; aksine bundan bin yıl önce yaşayan insanları şaşırtan bir olaydır. Bundan bin yıl önce yaşamış olan Seyyid Razî bunun farkına vararak hayranı olmuş ve şöyle demiştir:

"İmam Ali'nin (a.s) sadece kendine has olan ve hiç kimsenin kendisiyle ortak olmadığı insanı şaşırtan özelliklerinden biri şudur: İnsan o hazretin takva, öğüt ve nasihat gibi sözlerinin üzerinde düşündüğünde, bu sözleri söyleyenin toplumsal yüce bir kişiliğe sahip, emri her yerde geçerli ve asrının tek hakimi olduğunu, geçici olarak unutursa, bu sözleri söyleyenin takva ve çekinmeden başka bir şey düşünmediği, ibadet ve zikirden başka bir işi olmadığı, evinin bir köşesini veya bir dağın eteğini seçerek inzivaya çekildiği, kendi sesinden başka bir ses duymadığı, kendisinden başka kimseyi görmediği, toplum ve insanlar arasındaki kargaşadan habersiz olduğu konusunda asla şüphe etmez. Hiç kimse takva, öğüt ve nasihatle ilgili olarak bu kadar dalgalar yaratan ve böylesine yücelen sözlerin savaş meydanında düşmanın kalbine kadar ilerleyen, kılıcı havada düşmanın başına inmeye hazır olan ve kahramanları yere seren, kılıcından kan damlayan buna rağmen böyle bir kişinin zahitlerin en zahidi ve abitlerin en abidi olan birisinin sözleri olduğuna inanmaz."

Seyyid Razî der ki:

"Ben bunu arkadaşlarla her fırsatta söz konusu eder, böylece onların hayran kalmalarına sebep olurum."

Şeyh Muhammed Abduh da Nehcü’l-Belâğa'nın bu boyutunun etkisi altında kalmıştır. Nehcü’l-Belâğa'da perdelerin değişimi ve okuyucuların çeşitli âlemlere yönlendirilmesi onun dikkatini her şeyden daha fazla çekmiş, onu daha fazla hayrete düşürmüştür. Nitekim Nehcü’l-Belâğa'ya yazdığı şerhin mukaddimesinde bu hususa değinmiştir.

Hz. Ali'nin (a.s) sözlerinin hayret verici boyutları bir yana, genel olarak o hazretin ruhu, geniş kapsamlı ve çok yönlü, çok boyutlu bir ruhtur ve daima bu sıfatla övülmüştür. O adaletli bir yönetici, geceyi ibadetle geçiren bir abit, ibadet mihrabında gözü yaşlı, savaş meydanında güler yüzlü, tavizsiz bir asker, şefkatli ve yumuşak kalpli bir idareci, derin düşünceli bir filozof ve liyakatli bir komutandır. O, hem öğretmen, hem hatip, hem kadı, hem müftü, hem çiftçi ve hem de yazardır. O, mükemmel bir insan olup, beşeriyetin bütün manevî dünyasına ihata etmiştir.

Hicrî sekizinci yüzyılda vefat eden Safiyyuddin Hillî onun hakkında şöyle der:

"Cumiat fî sifâtik'el azdâdu

ve li-hâzâ azzet leke'l endâdu

Zâhid'un hâkim'un halîm'un şucâ'u

Fâtik'un nâsik'un fakîr'un cevâdu

Şiyem'un mâ cumi'ne fî beşer'in kattu

Ve lâ hâze mislehunne'l ibâdu

Huluk'un yuhcilu'n nesîme min'el lutfi

Ve be'sun yezûbu minhu'l cemâdu

Celle manâke en tuhîta bihi

eş-Şi'ru ve yuhsî sıfâteke' nakkadu."

"Sıfatlarında toplandı zıtlar bir araya / İşte bu yüzden nadirdir emsalin; her kes sana benzemeye.

Zahit, hâkim, sabırlı ve cesursun / cür'etli, cömert, Allah'a itaat eden ve fakirsin.

Böyle sıfatlar kimsede gelmedi bir araya / benzerini kullar bir araya getiremeye

Nesim utanır o sıfatların inceliğinden / taşlar ise erir onun sertliğinden.

Daha yücesin sen! Şiir olup methedilmekten / kaleme dökülüp gözlemlenmekten."

Bütün bunlar bir yana, Hz. Ali'nin (a.s) maneviyattan bunca bahsetmekle birlikte fesahati kemâl zirvesine ulaştırmış olması, dikkat çeken ayrı bir ilginç noktadır. İmam Ali (a.s), hitabet için açık alanlar olan şarap, sevgili, başkalarına karşı övünme vb. konulardan bahsetmemiştir.

Ayrıca o, sözü, söz söylemek için veya konuşma sanatı yeteneğini ortaya koymak için söylememiştir. Söz, onun için bir araçtı, hedef değil; o, bu vesileyle arkasında bir sanat eseri ve bir edebiyat harikası bırakmak da istemiyordu. Dahası, onun sözleri kapsamlıdır; zaman, mekân ve belli kişilerle sınırlı değildir; onun muhatabı "insan"dır. İşte bu yüzden sınır ve zaman tanımamaktadır. Hâlbuki bunlar konuşan kişiye alanı daraltır; onu bazı bağlarla sınırlı tutar.

Kur’an-ı Kerim'in lafız bakımından icazının önemli yönlerinden biri, ortaya koyduğu muhteva ve konularının bütünü o sırada yaygın olan konulara ters düşmesine, yepyeni bir edebiyatın başlangıcı olarak başka bir dünyadan haber vermesine rağmen, güzellik ve fesahatinin de icaz haddinde olmasıdır. Nehcü’l-Belâğa başka açılardan olduğu gibi, bu boyutuyla da Kur’an’dan etkilenmiş ve gerçekte Kur’an’ın evladıdır.

 

-------------

[1]- Nehcü’l-Belâğa, Kısa Sözler: 455.




Bu haber 605 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
YUKARI