Bugun...


İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela Vakıası - 5
Tarih: 27-07-2023 17:15:00 Güncelleme: 27-07-2023 17:15:00 + -


Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 27-07-2023 17:15

İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela Vakıası - 5

Ehl-i Beyt'e İtaat, Cemaati Korumanın Gerekliliği ve Biattan Dönmenin Haram Oluşu

Bu üç söz, çoğu halifelerin kullandığı en yaygın ıstılahlardandır ve hatta bu sözlerin onların hilafetini sağlamlaştırdığı ve hilafetlerinin devam etmesini tazmin ettiği de söylenebilir. Bu üç terimin hepsi hem sahihtir ve hem de esasî, dinî ve siyasî-İslamî unsurları taşımaktadır. Akıl açısından da toplumun devamı ve toplumsal düzeni sarsılmadan korumak bu üç temel ilkeye dayanmaktadır.

İmama itaat etmek gerçi büyük bir önem taşımaktadır; çünkü İmam’a itaat etmek hâkim düzene uymak anlamınadır. Acaba her imama hatta zalim olsa bile itaat edilebilir mi? Yoksa imamın “âdil olmak”, “İslamî kanunları doğru ve ayrıntılı bir şekilde uygulamak” gibi birtakım şartlara ve sıfatlara da sahip olması mı gerek? Maalesef ki adaleti, uygulamanın gerekli olmadığı pratik açıdan kabul edilmekle kalmayıp, teorik açıdan da büyük bir grup tarafından makbul görülmüştür.

Cemaati korumak, yani kargaşalık çıkarmamak, ayaklanmamak, vahdeti ortadan kaldıran girişimlere el atarak İslamî toplumda sarsıntı ve fitne ortamı yaratmamak. Ama istibdadî bir saltanat ve fasık bir hâkim karşısında da susulabilir mi?

Böyle bir hükümete itiraz amacıyla yükselen her sesi, toplumsal düzene ve cemaata darbe indiren ve tefrika sebebi diye tanıtmak mı gerek? Biattan dönmenin haram oluşu; ahde vefa etmek unvanıyla İslam'da çok methedilmiş, söz ve biattan dönmek ise çok yerilmiştir. Fakat Yezid gibi bir halifeye biat edilmez veya edilen biatten dönülürse cemaat bozulur mu? Yine buna karşılık biatten dönemin haram oluşu ilkesini öne sürerek itirazda bulunanı mahkûm mu etmeli, bir kenara mı itmeli yoksa böyle yerleri bu ilkeden istisna mı etmeli?

Söylendiği üzere, Beni Ümeyye halifeleri ve onlardan sonra da Beni Abbas halifeleri bu mefhumların tahrif edilen şeklini kullanarak, yani bu üç ilkeden yararlanıp İslam'ın bu ilkeler için belirlediği şartları, koşulları bir kenara itip halkı kendi hükümetlerini kabullenmeye mecbur ediyorlardı.

Muaviye, Yezid için biat almak istediği zaman, muhalifleri biat etmeye zorlamak için, Medine'ye gitti. Ayşe'nin kardeşi Muhammed b. Ebu Bekir, Muaviye'nin eliyle şehit edildiğinden Ayşe de muhaliflerden biriydi. Muaviye biat meselesini Ayşe'nin huzurunda dile getirdiği zaman Ayşe'ye hitaben şunları dedi: "Ben Yezid için bütün Müslümanlardan biat almışım; sabit ve tekid olan bu biati kırıp, hiç olmamış gibi göz ardı etmeme razı olur musun?"

Ayşe şöyle dedi: "Bunu benimsemem; fakat sen de halka iyi davran ve onlara yumuşaklık göster." [1]

Bu husus, Ayşe'nin biatten dönme ilkesi karşısında nasıl yumuşadığını, taviz verdiğini ve Muaviye'yi kendi haline bıraktığını açıkça gösteriyor. Çünkü Muaviye'nin kullandığı şeklindeki biattan dönmemek ilkesi Ayşe ve Ayşe gibilerinin düşüncesinin ürünüydü.

İbn-i İshak şöyle söylüyor: (Her halde Mescidü’l Haram'da) namaz kılmakla meşgul idik. Şimr b. Zil-Cuşen de bizimle namaz kılıyordu. Namazdan sonra ellerini kaldırıp şöyle dua etti: "Allah'ım! Benim şerefli biri olduğumu kendin de biliyorsun, beni affet." Ona "Peygamberin evladının şehadetinde senin de elin olduğu halde Allah seni nasıl bağışlar" dedim. Şimr "Biz ne yapabilirdik? Bizim yetkilerimiz, emir sahiplerimiz öyle yapmamıza emir verdiler; biz de muhalefet etmeden emri yerine getirmeliydik. Çünkü muhalefet etseydik bu sucuların merkeplerinden daha aşağı olurduk" dedi. [2]

İbn-i Ziyad, Müslim b. Akîl'i tutuklattıktan sonra ona şöyle dedi: "İmam'ına baş kaldırıp Müslümanların birliğini bozdun." [3] İmam (a.s) Mekke'den çıkarken (Mekke'nin hâkimi) Amr b. Saîd b. Âs'ın Elçileri İmam'a (a.s) şöyle dediler: "Müslümanların cemaatinden çıkmakla ve ümmetin arasında tefrika yaratmakla Allah'tan korkmuyor musun?" [4]

Kûfe ordusunun komutanlarından biri olan Amr b. Haccac gurur duyarak kendi cinayetini şöyle tevil ediyordu: "Biz İmam'a itaat ettik ve cemaatten ayrılmadık." [5]

Kûfe ordusunu savaşa teşvik ettiğindeyse, şöyle diyordu: "Halifeye itaatinizi sürdürün; halkın cemaatinden çıkmayın; dinden çıkan ve imamına başkaldıran birini öldürmek hususunda şüpheye düşmeyin." [6]

Ehl-i Sünnetin fakihlerinden ve hadisçilerinden sayılan “Abdullah b. Ömer” gibi kimseler, heves peşinde gezen ve layık olmayan “Yezid” gibi birine halk biat ederse, kendilerinin de onu kabul etmeleri gerektiğini sanıyorlardı. Bu yüzden de Yezid'e biat etme hususunda Muaviye'ye şöyle dedi: "Halk oğlun Yezid'e biat ederse, buna ben karşı çıkmam." [7]

Abdurrahman b. Avf'ın kızı “Ümre” gibileri de İmam Hüseyin'e (a.s) şöyle yazdılar: "İtaat etmeye riayet etmeli, cemaatten ayrılmamalı ve onu korumalısın." [8]

Cebr'e İnanmak

İslam tarihinde özellikle de Kerbela vakıasında tahrif rolü oynayan konulardan biri de "Cebr"e inanmak idi. Ebi Hilal Askeri'nin dediğine göre "Cebr" inancını icat eden Muaviye'nin kendisi idi. [9]

Muaviye, Yezid'e biat etmek hususunda şöyle diyordu: "Yezid'e biat etmek ve onun hükümet etmesi ilahi kaza ve takdirlerden biridir. Bu hususta da kimsenin seçim hakkı yoktur." [10]

Ubeydullah b. Ziyad, İmam Seccad'a (a.s) şöyle dedi: "Ali'yi (a.s) Allah öldürmedi mi?"

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurdu: "Ali, ismindeki büyük kardeşimi halk öldürdü." [11]

Ömer b. Sa'd, İmam Hüseyin'in (a.s) öldürülmesine katıldığı hususunda eleştirilince şöyle dedi: "Bu iş Allah tarafından takdir edilmişti." [12]

Müslüman görünen Yahudi Kabu’l Ahbar, Ben-i Ümeyye sultanları karşısında dalkavukluk ve yağcılık yapmak amacıyla gaybtan haber vermeye başlayıp şöyle diyordu: "Hükümet asla Ben-i Haşim'in eline geçmeyecek." Ancak sonraları her ikisi de Ben-i Haşim'den olan Ben-i Abbas ve Aleviler hükümetin başına geçtiler.

Abdullah b. Ömer'den de bu gaybtan haber verme nakledilmiştir: "Haşimi birinin hükümetin başına geçtiğini görürsen, dünyanın sonu olduğunu bilmelisin." [13]

Ehl-i sünnetin bazı tarihçileri ve araştırmacıları bu tahrifata dayanarak İmam Hüseyin'in (a.s) hükümetini fesada karşı bir kıyam değil, sadece kanun dışı bir ayaklanma olarak nitelemişler. [14]

Kerbela Vakıasına Karşı Kûfelilerin Tutumu

Tarih kitaplarında ve de halk arasında bir atasözü olarak Kûfelilerin hilekâr ve hâin oldukları, aralarında ahde vefa etmenin çok az görüldüğü yaygındı. Kûfelilerin ruhsal karakterleri, onların aceleci oldukları ve karar vermede bu acele etmeleri daima kendilerine ve hükümdarlarına zararlı olmuştur. Çabuk incinmeleri ve bunun yanında çabuk ikna olmaları, aynı şekilde çabuk teslim olmaları, çabuk başkaldırmaları, isyan etmeleri bu halkın ruhlarına işlemiş, hâkim olmuştu. Burada Kûfelilerin Kerbela vakıası karşısındaki tutumu hakkında birtakım konuları sergilemeye çalışacağız:

Kûfe halkı, muhtelif hakimler döneminde teşekkülleri değişime uğrayan çeşitli kabilelerden oluşan bir mecmua idi. Kabilelerin teşekkülünün değişmesi daima hakimlerin çıkarlarını içeren birtakım maslahatlara uygun olarak gerçekleştiriliyordu. Aynı zamanda hakimler, kabile büyüklerinin, ileri gelenlerinin durumunu mülahaza ediyorlardı. Çünkü çoğu yerlerde onların şehrin valilerinden daha güçlü olduklarını kendileri de biliyordu.

Şialar, bu halkın bir kısmını teşkil ediyordu. Bazı kabileler Şii olmakla meşhur idiyseler de hiçbir kabilenin yüzde yüz Şii olduğu düşünülemezdi. Böylece Şii kabileler, dağınık olduklarından bir bütünlüğe sahip değillerdi ve kabileliğe özgü özelliklerin yanı sıra, Kûfelik karakterleri de onlara hâkim olmuş idi.

O dönemdeki Şiilerin sayısı pek de fazla değildi. Hücr b. Adiy, Kûfe mescidinde Ziyad ile muhalefet ettiğinde mescittekilerin yarısının veya üçte birinin onu destekledikleri söylenmiş. Ama onların çoğu sadece siyasal konularda Hz. Ali'nin (a.s) evlatlarına eşlik ediyorlardı. Bu gibi kimselere siyasi Şiilik, akidevi Şiilikten daha çok yakışıyordu. Bu yüzden Emirü’l Müminin Ali'nin (a.s) Kûfe'deki gerçek Şiileri, sayı ve savaş aletleri bakımından pek de güçlü sayılmazlardı.

Kûfe halkının İmam Hüseyin'i (a.s) davet edip fakat kendisine yardım etmedikleri bir yana, hatta onu öldürmek için doğrudan doğruya yardımlaşmada bulunduklarında şüphe yoktur. Aynı zamanda bunların kim olduğunu, kimlerin mektup yazdıklarını ve neden yardım etmediklerini araştırmamız yerinde olur.

Önce, Şii düşünce tarzının sonraları Kûfe'de göz alıcı bir ilerlemesi olduğunu, hatta Ben-i Abbas'ın, Hz. Ali (a.s) evlatlarının hilafet makamını gasp etmeleri karşısında onlarla muhalefet ettiklerini ve bu yüzden Emevi sarayına bağlı tarihçileri ve hadisçilerin Kûfe halkından nefret ettiklerinin yanı sıra, Ben-i Abbas sarayı alimlerinin de Kûfelilere karşı böyle bir kin beslediklerini hatırlatmamız gereklidir. Şia’ya yapılan zulüm sadece siyasi zulüm değildi; hatta düşünce ve inanç açısından da daima satılmış düşünürler tarafından küfür ve İslam'dan çıkmak ile suçlanıyorlardı. Buna göre mütalaa ederken ve tarihî olayları naklederken, onların tarihçilerin Şiiliğe karşı düşmanlık edercesine ve onlardan nefret ederek tarihi olayları değerlendirdiklerine tamamen dikkat etmek gerekir.

Bu noktaya dikkat ederek böyle tarih yazarlarının daima Şia'yı vefasız göstermeye ve Kûfe'nin Hüseyin b. Ali'yi (a.s) himaye etmemesinin günahını Şia'ya yüklemeye çalıştıkları kolayca anlaşılabilir. Oysa ki aşağıdaki açıklamalar, Kûfelilerin uygun ve iyi karakterlere sahip olmadıklarından dolayı İmam Hüseyin'i (a.s) destekleyemediklerine biraz da olsa açıklık getirecektir. Fakat Kûfelilerin isar edecek derecede fedakârlık etme amaçları olsaydı, durumu bir yere kadar değiştirebilirlerdi. Bu husustaki görüşümüzün hulasası bundan ibarettir. Şimdi bu görüşümüzü şahitlerle, delillerle ispatlamaya çalışacağız:

O koşullar altında bulunan Kûfe'den şöyle bir tablo sergilenebilir: Şam halkı Yezid'i kolaylıkla kabullenebiliyorlarsa da bu iş Kûfe halkı için zor idi. Bu nedenle Yezid başa geçtiğinde Kûfe Şiileri muhalefete başladılar ve Kûfe halkının ekseriyeti de Yezid'in yerine oturabilecek uygun birine sahip olmadıklarından Hüseyin b. Ali'nin (a.s) tarafına çekildiler. Bu doğrultuda Şiiler tarafından davet başlatıldığı zaman, halkın avam kitlesine özgü olan sefa ve içtenlikle kendi himaye ve desteklerini bildirmekle kalmayıp, kendi mevki ve makamlarını tehlikede gören veya halk kitlesinin ruhsal karakterlerinin tesiri altında kalan büyükler ve ileri gelenler dahi kendilerini kıyamın gerçek taraftarları olarak gösterdiler.

Neticede İmam Hüseyin'i (a.s) destekleme doğrultusunda Kûfe'de yalancı bir ortam meydana geldi. Bilhassa yumuşak huylu ve müdaracı olan “Mü'man b. Beşir” gibi birinin Kûfe'nin valisi oluşu böyle bir fezanın yaratılmasında ve yayılmasında katkılı oldu. Bu ortam İbn-i Ziyad, Kûfe'nin hükümetini ele alıncaya kadar yayılmakta ve daha da kapsamlı olmakta idi.

İmam Hüseyin'in (a.s) şu sözünü nazara aldığımızda "Bana mektup yazmalarından asıl amaçları, beni aldatmak ve Yezid'e yakınlaşmak idi." [15] Kûfe büyüklerinin o hazreti davet etmeleri hususunda onların İmam'ı (a.s) Irak'a çekip, orada feci bir şekilde olduğu gibi, şehit etmeleri için böyle bir ortamı bilerek yarattıkları ihtimali de ortaya çıkıyor.

Bunlara rağmen bu ortamın büyük bir bölümü müspet idi. Öyle ki Müslim bile Kûfe'nin durumunu görünce böyle yorumlamış ve buna dayanarak İmam Hüseyin'i (a.s.) Kûfe'ye davet etmişti.

Resul CAFERİYAN

 

--------------

[1]- İbn-i A'sem, c. 4, s. 237; İbn-i Kutaybe, el-İmamet ves-Siyaset, c. 1, s. 183.

[2]- İbn-i Sa'd, "Turasuna" dergisi, sayı: 10, s. 197; İbn-i Hacr, Lisanu’l Mizan, c. 3, s. 152-153.

[3]- İbn-i A'sem, c. 5, s. 98.

[4]- Taberî, c. 4, s. 289.

[5]- Taberî, c. 4, s. 275.

[6]- Taberî, c. 4, s. 321.

[7]- İbn-i Sa'd, "Turasuna" dergisi, sayı: 10, s. 167.

[8]- İbn-i Sa'd, "Turasuna" dergisi, sayı: 10, s. 167.

[9]- Ebi Hilal Askeri, El-Evâil, c. 2, s. 125.

[10]- El-İmamet ves-Siyaset, c. 1, s. 183 ve 187.

[11]- İbn-i Sa'd, "Turasuna" dergisi, sayı: 10, s. 188.

[12]- İbn-i Sa'd, Tabakatu’l Kübra, c. 5, s. 148, Beyrut.

[13]- İbn-i Asakir, Tarih-i Dimeşk, “İmam Hüseyin'in Hayatı”, s. 193.

[14]- Cambridge Üniversitesi, İslam Tarihi, c. 1, s. 81, İngilizce metni; eş-Şebravi, el-İthaf bi-Hubb-il Eşraf, “İmam Hüseyin'in Hayatı”.

[15]- Ensabu’l Eşraf, c. 2, s. 185; İbn-i A'sem, c. 5, s.169.




Bu haber 457 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER GÜNDEM Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
YUKARI