Bugun...


Muaviye Dönemi ve Hüseynî Kıyam
Tarih: 25-07-2023 14:38:56 Güncelleme: 25-07-2023 14:38:56 + -


İmam Hasan (a.s) vefat ettiğinde, Allah Resulü (s.a.a) ile Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) sözleri ve İmam Hasan b. Ali'nin (a.s) vasiyeti üzerine, Müslümanların imamet ve rehberliği İmam Hüseyin'e (a.s) intikal etti ve yüce Allah tarafından İslâm ümmetinin rehberliğini üstlendi.

facebook-paylas
Tarih: 25-07-2023 14:38

Muaviye Dönemi ve Hüseynî Kıyam

Bismillahirrahmanirrahim

İmam Hüseyin (a.s), İslâm'ın gücüne dayanarak İslâm iktidarını haksızca kullanan ve İslâm camiasının temelini ve Allah'ın kanunlarını tahrip eden Muaviye'nin yaptıklarını görmekte, onun kof ve tahrip edici hükümetinden fevkalâde rahatsızlık duymaktaydı. Ancak onu İslâm hükümetinden alaşağı edecek bir güç bulamıyor ve kardeşi İmam Hasan'ın (a.s) izini sürmekten başka çare göremiyordu.

İmam Hüseyin (a.s), hükümete karşı olduğunu açıklaması ve onu devirmek için güç toplayıp harekete geçmesi hâlinde hiçbir hareket yapamadan katledileceğini biliyordu. Onun için de sabretmeyi tercih etti; faydasız bir ölümü seçme yanlışlığını yapmadı ve gerçek bir rehberden beklenen davranışı sergiledi.

Onun için de Muaviye hayatta olduğu sürece kardeşinin yolunu izledi ve büyük muhalefetler sergilemedi. Yer yer Muaviye'nin muhitini (ortamını), hareketlerini ve davranışlarını eleştiren İmam Hüseyin (a.s), Müslümanları gelecekte yapacağı etkili girişimlere hazırlıyor ve onlara ümit aşılıyordu.

Muaviye'nin, kendisinden sonra oğlu Yezid'in veliahtlığı için Müslümanlardan biat aldığı müddet zarfında İmam Hüseyin (a.s) ona karşı tavizsiz ve sert bir muhalefet sergiledi ve Yezid'e asla biat etmedi. Hatta Muaviye'ye bu konuda çok sert konuştu ve onu sert dille eleştiren açık mektuplar gönderdi. [1]

Muaviye de, Yezid'e biat etmesi konusunda İmam Hüseyin'e (a.s) ısrarda bulunmadı ve İmam Hüseyin (a.s) Muaviye'nin ölümüne dek bu açık itirazını korkusuzca ve yılmadan sürdürdü.

Hüseynî Kıyam

Muaviye'den sonra Yezid, İslâm Hükümeti tahtına oturdu ve kendisini “Emirü'l-Müminin” ilan etti. Yezid, haksız ve zalim saltanatını sağlamlaştırmak için İslâmî şahsiyetler ve isimlere haber gönderip onlardan biat almakta kararlıydı. Bu amaçla Medine Valisi'ne bir mektup yazdı ve o mektupta: "Hüseyin'den biat al ve karşı koyarsa, onu öldür" dedi. Medine Valisi bu haberi İmam Hüseyin'e (a.s) iletti ve ondan cevap istedi. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

Biz Allah'tanız ve O'na geri döndürüleceğiz, Yezid gibi adamlar (şarap içen, kumar oynayan, imansız, pis ve hatta İslâm'ın zahirini dahi korumayan kimseler) İslâm hükümetinin başına geçecek olursa, İslâm'ın Fatihasını okumamız gerekir. (Zira bu gibi önderler İslâm'ın gücüyle ve İslâm adına, İslâm'ı ortadan kaldırırlar.) [2]

İmam Hüseyin (a.s), Yezid hükümetini bu resmî açıklamayla tanımadığını bildirdiği için, artık onu Medine'de yaşatmayacaklarını biliyordu. Onun için Allah'ın emri üzerine, gece gizlice Medine'den Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı.

İmam Hüseyin'in (a.s) Mekke'ye gelişi ve Yezid'e biat etmeyişi, Mekke ve Medine halkı arasında çabucak yayıldı. Çok geçmeden bu haber Kûfe'ye de ulaştı. Kûfeliler Mekke'de bulunan İmam Hüseyin'i (a.s) Kûfe'ye davet edip kendilerine önderlik etmesini isteyince, İmam Hüseyin (a.s) amcası oğlu Müslim b. Akil'i Kûfe'ye gönderdi ve Kûfelilerin hareket ve tepkilerini yakından izleyip durumu kendisine yazmasını istedi.

Müslim, Kûfe'ye vardığında, görülmemiş bir ilgi ve sevgi seliyle karşılandı. Binlerce Kûfeli, İmam Hüseyin'in (a.s) vekili olan Müslim'e biatlerini bildirdiler. Bunun üzerine Müslim, İmam Hüseyin'e (a.s) bir mektup göndererek durumu açıkladı ve hemen Kûfe'ye gelmesinin uygun olacağını bildirdi.

İmam Hüseyin (a.s) Kûfe halkını çok iyi tanıyordu. Onların ne kadar vefasız ve dinî inançlarında ne kadar zayıf ve gevşek olduklarına, babasıyla ağabeyinin hükümetleri döneminde bizzat şahit olmuştu. Kûfelilerin söz ve biatlerine asla güvenilemeyeceğini bildiği hâlde, bir imam olarak onlara karşı hüccet ve vazifesini tamamlayıp Rabbinin emrine itaat etmiş olmak için Kûfe'ye gitmeye karar verdi.

Ancak hac için Mekke'de bulunan insanların Mina'ya çıkmak üzere şehri heyecanla terk ettiği, henüz Mekke'ye varamayan hacıların da Mina'ya zamanında varmak için aceleyle Mekke'ye ulaşmaya çalıştığı zilhiccenin 8. gününe kadar Mekke'de kaldı. [3] İşte tam böyle bir günde ehlibeyti ve yarenleriyle birlikte Mekke'den Irak'a doğru yola çıktı. Böylece hem vazifesini yerine getirmiş ve hem de dünyanın dört bir yanından hacca akın eden Müslümanlara, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) biricik evladının “Yezid” gibi birini halife olarak tanımadığını, ümmetin Hz. Peygamber'inin (s.a.a) evladı olan İmam Hüseyin'in (a.s) Yezid'e biat etmediğini, bilakis ona karşı kıyam başlattığını anlatmış oluyordu.

Müslim'in Kûfe'ye vardığını ve şehrin neredeyse tamamının ona biat ettiğini öğrenen Yezid, Emevî iktidarının en iğrenç uşaklarından ve kendisine bağlıların en gaddarı olarak tanınan ve alçak bir karaktere sahip olan İbn-i Ziyad'ı Kûfe'ye gönderdi.

Kûfe halkının korkak, ikiyüzlü ve inancında gevşek olmasından yararlanan İbn-i Ziyad, tehdit etme ve dehşet yaratma yöntemlerine başvurarak Kûfe halkının Müslim'i yalnız bırakmasını sağladı.

Yapayalnız kalan Müslim, İbn-i Ziyad'ın askerleriyle çarpışmaya girdi ve yiğitçe savaşarak şehit düştü. Allah'ın selâmı bu korkusuz yiğidin üzerine olsun.

İbn-i Ziyad, ikiyüzlü, hain ve imansız Kûfe ahalisini, İmam Hüseyin'in (a.s) aleyhine çevirmeyi başardı. İş öyle bir yere vardı ki, bizzat mektuplar yazarak İmam'ı (a.s) Kûfe'ye davet edenler, onu öldürmek için silahlanıp İbn-i Ziyad'ın safına katılmaya başladılar.

İmam Hüseyin (a.s), Medine'den ayrıldığı geceden başlayarak, Mekke'de bulunduğu süre zarfında ve Mekke'den Kerbela'ya uzanan şahadet yolculuğu boyunca şehit düştüğü ana kadar kimi zaman imalarla ve kimi zamansa çok net bir ifadeyle sık sık şöyle diyordu:

Bu kıyamımın amacı Rabbime karşı görevimi yerine getirip iyiliğe davette bulunmak ve kötülükten menetmektir. “Zulmün karşısına dikilmek” zalime dur demektir. Biliniz ki, Kur’an’ı korumak ve bu Muhammedî dinin hayatta kalmasını sağlamaktan başka gayem yoktur.

Evet, bu, Yüce Yaratıcısının ona verdiği görevdi. Canı pahasına, hatta çocuklarıyla yerenlerinin öldürülmesi ve ailesinin esir düşmesi pahasına bu görevi yerine getirecekti o…

Hz. Resulullah (s.a.a) ile Müminlerin Emîri İmam Ali (a.s) şehit edileceğini defalarca söylemişlerdi. Hatta İmam Hüseyin (a.s) dünyaya geldiği gün, Hz. Resulullah (s.a.a) onu bağrına basarak, “bir gün ümmetin azgınları tarafından şehit edileceği” haberini vermişti. [4]

Kaldı ki İmam Hüseyin'in (a.s) kendisi de imamet bilgisiyle bu yolculuğunun şahadetle sonuçlanacağını biliyordu. Ama o, Rabbinin emri karşısında canından korkacak ya da ailesinin esaretini düşünerek geri adım atacak biri asla değildi. İmam Hüseyin (a.s) Allah yolunda gelecek her belâyı keramet biliyor ve bu yolda şahadeti saadet olarak görüyordu. Allah'ın selâmı ebediyen ona olsun…

İmam Hüseyin'in (a.s) şehit olacağı haberi öteden beri İslâm ümmeti arasında pek yaygın bir bilgi olduğundan, bu yolculuğun nereye varacağını herkes bilmekteydi. Zira Hz. Resulullah (s.a.a) İmam Ali (a.s), İmam Hasan (a.s) ve diğer sadr-ı İslâm büyüklerinden defalarca duyulmuş, işitilmiş bir gerçekti bu…

Bu nedenledir ki, onca çekişmeler ve olaylardan sonra İmam Hüseyin'in (a.s) başlattığı bu hareket, şahadetini zihinlerde çağrıştırmaya başlamıştı. Dahası, bizzat kendisi de bu yolculuk boyunca sık sık: "Kim bizim yolumuzda şehit olmak ve Rabbine kavuşmak istiyorsa, benimle gelsin" buyurmaktaydı. [5]

Bu sebeple bazı dostları onu bu yolculuktan vazgeçirmeye kalkıştılar. Oysa Hz. Hüseyin (a.s) Ali b. Ebu Talib'in (a.s) oğlu, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) vasisi ve ümmetin imamıydı. Vazifesinin ne olduğunu herkesten daha iyi bilmekteydi. Rabbinin kendisine yüklediği sorumluluğa sırt çevirecek biri değildi o…

İmam (a.s), kendisini caydırmaya çalışan bu fikir ve önerilerden zerrece etkilenmeyerek fevkalade bir azim ve iradeyle yoluna devam etti. Böylece gitti ve şahadete ulaştı; üstelik sadece kendisi değil, her biri İslâm semasında birer yıldız gibi parlayan çocuklar ve ashabıyla birlikte hem de…

Evet, onlar gittiler ve şehit oldular; tertemiz kanlarıyla Kerbela çölünün kumlarını ılık ılık lale yağmuruna tuttular… Böylece İslâm ümmeti, Emevî hanedanının günah dolu geçmişinin artığı olan “Yezid” gibi birinin, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) halifesi olamayacağını ve esasen İslâm'ın Emevîlerden, Emevîlerin de İslâm'dan tamamen kopuk ve zıt iki şey olduğunu görüp anlamış oldu.

İmam Hüseyin'in (a.s) bu yiğit ve yürekler parçalayıcı kahramanca kıyamı olmasa, Yezid'le emsallerinin gerçekten Hz. Resulullah'ın (s.a.a) halifesi ve temsilcisi olduğuna inandırılan halkın, Yezid'le avenelerinin sarayda işledikleri rezillikleri ve hayvanca şehvetperestlikleri duyup gördükten sonra İslâm'dan ne kadar nefret edebileceğini hiç düşündünüz mü?!

Peygamberinin temsilcisi “Yezid” olan bir İslâm, gerçekten de iğrenç değil midir?

İmam Hüseyin'in (a.s) pak ailesi de bu şanlı kıyamın son mesajlarını ümmete duyurabilmek için esir düştü. Yol boyunca ve nice şehirlerde, çarşı-pazarda, camilerde, İbn Ziyad'ın kokuşmuş konağı ve Yezid'in iğrenç sarayında, her zaman ve her yerde Kerbela gerçeklerini nasıl haykırdıklarını, Emevî satılmışlarının iğrenç ve cani yüzlerine çektikleri maskeyi nasıl düşürdüklerini bugün duymayan ve bilmeyen Müslüman kalmamıştır.

O şanlı esirler, Yezid'in şarap içip köpekle oynayan aşağılık biri olduğunu; “halifelik” gibi bir makama asla lâyık olmadığını ve bulunduğu makamın ehli kabul edilemeyeceğini ifşa edip ispatladılar. Böylelikle Hüseynî şahadetin gayesini kemale erdirmiş ve bu ilâhî mesajı tamamlamış oldular. Onların canlarda ve vicdanlarda estirdiği o muazzam fırtına sonucu "Yezid" adı her nevi rezalet, alçaklık ve aşağılığın ebedî simgesine dönüştü; Yezid'in altın hülyalarını kül ederek onun bütün şeytanî plânlarını suya düşürdü.

Bu muazzam şahadetin bütün boyutlarını kavrayabilmek için, kuşkusuz çok ince ve derin bir görüşe sahip olmak gerekir …

Şahadetinin ilk anlarından günümüze varıncaya kadar, onu seven, onun Şiası olan ve insanlık onur ve şerefine değer veren herkes, bu kutlu şahadetin her yıldönümünde karalara bürünüp yasa boğulmakta; Hüseynî kervana reva görülen zulüm ve cefalara gözyaşı dökerek onu saygı ve sevgiyle anmakta; bu eşsiz kıyamın anısını olanca canlılığıyla yaşatmaya özen göstermektedir.

Nitekim Ehlibeyt İmamları (a.s) da Kerbela vakasının anısını yaşatmak için özel bir itina göstermişlerdir. O hazret için bizzat yas merasimleri düzenleyip türbesini ziyarete gitmekle kalmamış, onun için üzülüp gözyaşı dökmek ve ona yas tutmanın faziletleri hakkında da defalarca hatırlatma ve tavsiyelerde bulunmuşlardır.

İmam Hüseyin'e (a.s) reva görülenlere ağlayıp o Hazret için mahzun ve matemli olmak, mübarek türbesini ziyaret etmek ve onun destansı Kerbela'sının görkemli tarihini açıklayıp gözler önüne sermek, elbette ki çok büyük bir değer ve kıymete haizdir.

Ancak bu matem, gözyaşı ve ziyaretin yeterli olmayacağı da bilinmelidir. Bilakis, bütün bunlar dindarlığın, fedakârlığın ve Allah'ın kanun ve hükümlerini korumanın felsefesini anlatabilmek içindir aslında; tek gaye budur.

İmam Hüseyin'in (a.s) o muazzam kişiliğine vurgunluğumuzun yegâne nedeni, ondan insanlık dersi almak ve yüreğimizi Allah'tan başka her şeyden boşaltıp temizlemeyi öğrenmektir. Aksi takdirde, olayın sadece görünen boyutuna bakılması, bu kutsal Hüseynî gayenin unutulup gitmesine yol açacaktır.

 

 

--------------

[1]- Rical-i Keşşî, s.94; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.206.

[2]- Maktel-i Harezmî, c.1, s.184; el-Luhuf, s.20.

[3]- Zilhicce ayının 8. günü hacıların Mina'ya çıkması sünnettir ve o dönemde bu sünnet amel yerine getirilirdi. Günümüzde ise, sekizinci günden itibaren herkesin Arafat'a çıkması gelenekselleşmiş durumdadır.

[4]- Kâmilu'z-Ziyarat, s.68'ten sonrası; Musiru'l-Ahzân, s.9.

[5]- el-Luhuf, s.53.




Bu haber 558 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EHLİBEYT Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
YUKARI