Bugun...


Hz. Fatıma'nın (s.a) Şahsiyetinden İzlenimler - 1
Tarih: 28-11-2023 14:04:54 Güncelleme: 28-11-2023 14:04:54 + -



facebook-paylas
Tarih: 28-11-2023 14:04

Hz. Fatıma'nın (s.a) Şahsiyetinden İzlenimler - 1

Bismillahirrahmanirrahim

 

Hz. Fatıma (s.a), son risaletin parlayan aydınlık yüzüdür. Dünya kadınlarının efendisidir. Tertemiz sülâlenin emanet edildiği temiz barınak, Hz. Resul'ün (s.a.a) soyunun yeşerdiği mümbit mekândır. (Allah'ın selâmı hepsinin üzerine olsun.)

Onun hayat hikâyesi, risalet tarihiyle paralellik arz etmektedir. Çünkü Hicret'ten sekiz yıl önce dünyaya geldi ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) vefatından birkaç ay sonra da vefat etti.

Hz. Peygamber (s.a.a) Kur’an’da izlenen çizgiye uyarak tertemiz Zehra'nın (s.a) büyük makamına işaret etmiş, onun risalet sürecinde öncü konumuna ulaştığını vurgulamıştır.

Kur’an-ı Kerim genelde vahiy Ehl-i Beyti'nin (a.s) ve özelde de Fatımatü'z-Zehra'nın (s.a) faziletlerine ve üstünlüklerine sık sık dikkat çekmiştir.

 

Kur’an Ayetlerinde Hz. Fatıma (a.s)

Kur’an-ı Kerim, bazı insanları övmüş, konumlarına ve hak uğruna yaptıkları fedakârlığa yönelik bir onurlandırma olarak gece-gündüz okunan ayetlerinde onlardan söz ederek hatıralarını ölümsüzleştirmiştir.

Yüce Allah'ın, ulu kitabında özel olarak andığı, üstün konumlarına ve faziletlerine değindiği kimseler arasında Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i de vardır. Tarihçiler ve tefsir bilginleri, birçok ayetin onları övmek üzere indiklerini söylemişlerdir. Ayrıca birçok surede, hayat çizgilerinin doğruluğunun, karakterlerinin güzelliğinin bir göstergesi olarak onlardan övgüyle söz edilmiş ve onları örnek almalarına ilişkin insanlara bir çağrı yöneltilmiştir.

1- Risalet Kevseri Hz. Zehra (a.s)

“Kevser” bol hayır demektir. Dolayısıyla bu kavram, yüce Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.a) bahşettiği bütün nimetleri kapsamaktadır. Fakat Kevser Suresi'nin son ayetiyle birlikte surenin iniş sebebine ilişkin açıklamalar içeren rivayetleri ele aldığımız zaman, bu bol hayrın, neslin çokluğu ve devamıyla ilgili olduğunu açık bir şekilde görürüz.

Bütün dünya, Hz. Peygamber'in (s.a.a) neslinin kızı Hz. Fatımatü'z-Zehra (s.a) aracılığıyla devam ettiğini biliyor. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) birçok hadisinde de buna açıkça işaret edilmiştir.

Müfessirler bu bağlamda şöyle bir olayı rivayet ederler: As b. Vail, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerine şunları söylüyordu: “Muhammed'in soyu kesiktir ve kendisinden sonra yerine geçecek oğlu yoktur. O öldüğü zaman kimse ondan söz etmeyecek ve siz de ondan kurtulmuş olacaksınız”. [1]

İbn-i Abbas'ın ve müfessirlerin genelinin görüşü budur. [2] Fahreddin er-Razî, müfessirlerin "Kevser" kelimesinin anlamı hakkında ihtilâf ettiklerini söylemesine rağmen, şunu da ifade etmektedir:

Üçüncü görüş: “Kevser” evlâtların çok olması demektir... Çünkü bu sure, Hz. Peygamber’in (s.a.a) erkek çocuklarının olmamasını bir kusur olarak görenlere cevap mahiyetinde nazil olmuştur. Dolayısıyla kastedilen anlam şudur: Allah ona bir nesil verecek ve bu nesil zaman durdukça devam edecektir.

Sonra şunları söyler: Şöyle bir bakın! Ehl-i Beyt'ten nicesi öldürüldü?! Bununla beraber dünya Hz. Resul'ün (s.a.a) soyuyla doludur. Peki Ümeyyeoğulları'ndan geriye fark edilen kimse kaldı mı?! Bakın bakalım! Oysa Ehl-i Beyt arasında “Bâkır, Sadık, Kâzım, Rıza ve Nefs-i Zekiye” gibi nice büyük âlimler var! [3]

Mübahele (Lanetleşme) Ayeti, [4] Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin'in (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) oğulları olduklarını göstermektedir. Öte yandan Hz. Peygamber’den (s.a.a) aktarılan çok sayıdaki rivayette, yüce Allah'ın bütün peygamberlerin zürriyetlerini, onların kendi sülbünden var ettiği ve son Peygamber'in (s.a.a) zürriyetini ise, Hz. Ali b. Ebu Talib'in (a.s) sülbünden var ettiği vurgulanmaktadır. [5]

Sahih hadis kaynaklarında Peygamberimizin (s.a.a) Hasan b. Ali (a.s) hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: Şu benim oğlum seyyittir. Belki de Allah onun aracılığıyla iki büyük grubu barıştıracaktır. [6]

2- İnsân Suresi'nde Hz. Zehra (s.a)

Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s) hastalanmışlardı. Hz. Resulullah (s.a.a), birtakım insanlarla beraber onlara hasta ziyaretinde bulundu. Dediler ki: Ey Ebu'l-Hasan! İki oğlunun iyileşmesi için bir adak adasan olmaz mı?

Bunun üzerine Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a) ve Fizze (cariyeleri), Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s) iyileşecek olurlarsa, üç gün oruç tutacaklarını adadılar.

Derken Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s) iyileştiler. Ancak evde yiyecek bir şeyleri yoktu. Hz. Ali (a.s) Hayber Yahudilerinden Şem'un'dan üç sa' arpa borç aldı. Hz. Fatıma (s.a) bir sa'ını öğüttü. Sonra bundan aile fertlerinin sayısı kadar beş ekmek yaptı. İftarlarını açmak üzere ekmekleri önlerine koydular.

Tam o sırada bir dilenci kapıya geldi ve şöyle dedi: “Ey Muhammed'in Ehl-i Beyt'i! Selâm üzerinize olsun. Ben bir Müslüman yoksulum. Bana bir şeyler yedirin ki, Allah da size cennet sofralarından yedirsin”.

Bunun üzerine yiyeceklerini ona verdiler ve içtikleri sudan başka hiçbir şey yemeden sabahladılar ve ertesi günü de oruçlu geçirdiler.

Akşam olup yemeği önlerine koydukları zaman, kapılarına bir yetim geldi. Bu sefer yiyeceklerini ona verdiler. Üçüncü günde de kapılarına bir esir geldi. Ona da diğerlerine yaptıkları gibi muamele gösterdiler. Sabah olunca, Hz. Ali (a.s), Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin'in (a.s) elinden tutarak Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yanına götürdü. Hz. Resulullah (s.a.a) onların açlıktan kuş yavrusu gibi titrediklerini görünce, şöyle buyurdu: Sizin bu hâliniz beni ne kadar da etkiledi ve rahatsız etti!

Hemen kalktı ve onlarla birlikte Hz. Fatıma'nın (s.a) yanına gitti. Hz. Fatıma (s.a) mihrabında karnı sırtına yapışmış hâldeydi. Gözleri kaymıştı. Bu durum Hz. Peygamber'i (s.a.a) çok etkiledi. Bu sırada Cebrail geldi ve şöyle dedi: “Al bu sureyi, ey Muhammed! Rabbin Ehl-i Beyt'inden dolayı seni kutluyor.” Ardından sureyi okudu. [7]

Şu hâlde Hz. Fatıma (s.a), yüce Allah'ın, kâfur kokulu kaselerden içen iyilerden olduğuna, verdikleri sözü tutan, kötülüğü kapsayıcı olan bir günden korkan, isteği olmasına rağmen yiyeceğini başkalarına veren, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen başkalarını kendilerine tercih eden... sırf Allah rızası için yoksulları yediren, onlardan bir karşılık veya teşekkür beklemeyen... Allah için her türlü zorluğa sabreden... Allah'ın, kendilerini bu haşin ve şiddetli günün şerrinden koruduğu... kendilerini sevinç ve neşeyle karşıladığı, sabretmelerinden dolayı kendilerine cennet ve ipekler bahşettiği... kimselerden olduğuna tanıklık ettiği biridir. [8]

3- Tathir Ayeti'nde Hz. Zehra (s.a)

Hz. Peygamber (s.a.a) Ümmü Seleme'nin (r.a) evinde bulunduğu bir sırada, Tathir Ayeti nazil oldu. Torunları Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin'i (a.s) bağrına basmış, babalarını ve annelerini yanına almış ve bir örtünün altına girmişlerdi. Böyle yapmakla Hz. Peygamber (s.a.a) onları diğerlerinden ve eşlerinden ayırmış oluyordu. Onlar bu hâlde iken Tathir Ayeti nazil oldu:

Allah ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü kötülüğü uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister. [9]

Hz. Peygamber (s.a.a) ayetin sırf onlara özgü olduğunu belirtmek hususunda bununla da yetinmedi ve ellerini örtünün altından çıkarıp göğe doğru açarak şöyle buyurdu: “Allah'ım! İşte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Kötülüğü ve günahı onlardan uzak tut ve onları tertemiz kıl.”

Hz. Peygamber (s.a.a) bu sözleri tekrarlarken Ümmü Seleme de bakıyordu. Ümmü Seleme de örtünün altına girmek istedi ve "Ya Resulallah! Ben de sizinle beraber miyim?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.a) elinden tutup engelledi ve şöyle buyurdu: "Hayır, ancak sen hayır üzeresin." [10]

Bu ayetin inişinden sonra, Hz. Peygamber (s.a.a) sürekli olarak sabah namazı için mescide gittiği zaman, Hz. Fatıma'nın (s.a) evinin önünden geçer ve şöyle buyururdu: “Namaz...! Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak siz Ehl-i Beytten her türlü günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister.”

Hz. Peygamber (s.a.a) altı veya sekiz ay boyunca bunu tekrarladı. [11]

Bu mübarek ayet, Ehl-i Beyt'in günahlardan masum olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü ayetin orijinalinde geçen "el-Rics" kelimesi, günah demektir. Ayrıca ayet, “sınırlandırma” ve “hasr etme” anlamını ifade eden "İnnema" edatıyla başlıyor. Bu da gösteriyor ki, yüce Allah'ın onlarla ilgili iradesi, sırf onlardan günahın uzak tutulmasına ve onların günahlardan tertemiz kılınmasına özgüdür. Bu da masumiyetin özü ve hakikatidir. Nebhanî bu yorumu, gayet açık bir ifadeyle Taberî'nin tefsirinden derlemiştir. [12]

4- Hz. Zehra (s.a) Sevgisi Peygamberliğin Ücretidir

Cabir şöyle rivayet eder: Bir bedevî Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed! Bana İslâm'ı anlat". Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: " İslâm, tek ve ortaksız Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şahadet etmektir." Bedevi şöyle dedi: "Bunu bana göstermenin karşılığında benden bir ücret istiyor musun?" Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hayır, sadece akrabaları sevmeni istiyorum." Bedevi şöyle dedi: "Benim akrabaları mı, yoksa senin akrabalarını mı?" Hz. Peygamber (s.a.a) "Benim akrabalarımı" buyurdu. Bedevi "O zaman gel, sana bu hususta biat edeyim. Seni ve senin akrabalarını sevmeyene Allah lânet etsin" dedi. Hz. Peygamber (s.a.a) de "Âmin!" buyurdu. [13]

Mücahid, bu sevgiyi, Hz. Resulullah'a (s.a.a) tâbi olmak, onu tasdik etmek ve onun akrabalarıyla ilişkiyi sürdürmek şeklinde tefsir etmiştir.

İbn-i Abbas ise, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hürmet ve saygınlığını, akrabalarına iyilikte bulunmak yoluyla korumaya çalışmak olarak açıklamıştır. [14]

Zemahşerî şöyle diyor: Bu ayet nazil olduğu zaman, insanlar dediler ki: "Ya Resulallah! Sevmekle yükümlü olduğumuz akrabaların kimlerdir?" Hz. Resulallah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ali, Fatıma ve onların iki oğlu." [15]

5- Mübahele (Lanetleşme) Ayeti'nde Hz. Zehra (s.a)

İslâm kıblesine mensup (ehl-i kıble) bütün gruplar, hatta Haricîler, Hz. Peygamber'in (s.a.a) lanetleşmeye giderken kadınlardan sadece kendisinden bir parça olan Hz. Fatıma'yı (s.a), oğullardan sadece iki torunu ve iki gülü Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin'i (a.s), kendi olarak da kendisinin yanında Harun'un Musa yanındaki konumuna eş bir konumda olan kardeşi Hz. Ali'yi (a.s) çağırdığı hususunda görüş birliği içindedirler.

Dolayısıyla zorunlu olarak bu ayette kastedilen kimseler, isimleri sayılan bu kimselerden başkası olamaz. Bunu inkâr etmek de mümkün değildir ve dünyada hiç kimse onların bu onuruna ortak değildir. Müslümanların tarihini inceleyen herkes bu apaçık gerçeği görür ve ayetin özel olarak bunlar hakkında indiğini anlar. [16]

Hz. Peygamber (s.a.a) Necran Hristiyanlarıyla lanetleşmeye bu isimleri sayılanları beraberinde götürmüş ve Necran Hristiyanlarını yenilgiye uğratmıştı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşleri olan müminlerin anneleri o zaman Hz. Peygamber'in (s.a.a) evindeydiler. Hz. Peygamber (s.a.a) hiçbir tanesini çağırmamıştı. Ayrıca babasının kız kardeşi olan Safiyye'yi de çağırmamıştı. Amcasının kızı olan Ümmü Hani'yi de çağırmamıştı. Ayrıca üç halifenin eşlerinden veya Muhacir ve Ensar’dan, hiçbir kimseyi davet etmemişti.

Hz. Peygamber (s.a.a) lanetleşmeye, cennet gençlerinin bu iki efendisinden başka Haşimoğlularından ve sahabe çocuklarından hiç kimseyi götürmemişti. Aynı zamanda Hz. Ali (a.s) ile beraber yakın aşiretinden hiç kimseyi davet etmemişti. İlk Müslümanlardan kimseyi götürmemişti.

Râzî'nin tefsirinde söylediği gibi, üzerinde siyah kıldan bir örtü olduğu hâlde Necran Hristiyanlarıyla buluşmaya gitmişti.

Hz. Hüseyin'i (a.s) kucağına almış ve Hz. Hasan'ın da (a.s) elinden tutmuştu. Hz. Fatıma (s.a) arkasında ve Hz. Ali de (a.s) Hz. Fatıma'nın (s.a) arkasında yürüyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyordu: “Ben dua ettiğim zaman, siz, âmin, deyin”.

Bu manzarayı gören Necran papazı şöyle dedi: Ey Hristiyanlar topluluğu! Burada öyle yüzler görüyorum ki, eğer Allah'tan dağları yok etmesini isteseler, Allah dağları yerinden söküp atar. Bunlarla lanetleşmeyin, yoksa helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir tek Hristiyan kalmaz. [17]

Râzî, bu hadiseyi aktardıktan sonra şöyle diyor: Bu ayet, Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin'in (a.s), Hz. Peygamber'in (s.a.a) oğulları olduklarına delâlet eder. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) oğullarını çağıracağını söylemiş ve ardından Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin'i (a.s) çağırmıştır. Bu da onların Hz. Peygamber'in (s.a.a) oğulları olmalarını gerektirir. [18]

 

 

-----------

[1]- Bu olay, Hz. Peygamber’in (s.a.a) Hz. Hatice'den olma oğlu Abdullah öldükten sonra gerçekleşmişti. Abdullah'tan sonra Hz. Peygamber’in (s.a.a) erkek çocuğu kalmamıştı.

[2]- et-Tefsiru'l-Kebir, 32/132

[3]- et-Tefsiru'l-Kebir, 32/124

[4]- Âl-i İmrân, 61

[5]- Tarihu Bağdad, 1/316; er-Riyazu'n-Nazire, 2/168; Kenzü'l-Ummal, c.11, hadis: 32892.

[6]- Sahihi Buharî, Kitabu's-Sulh; Sahihi Tirmizî, c.5, Hadis: 3773; Müsned-i Ahmed, 5/44; Tarihu Bağdat, 3/ 215; Kenzü'l-Ummal, c.12 ve 13, hadis: 34304, 34301, 37654.

[7]- Dehr veya İnsân ya da Hel Etâ Suresi.

[8]- Zemahşerî, el-Keşşaf; Sa'lebî'nin tefsiri; Usdu'l-Gabe, 5/ 530; Fahreddin er-Razî, Tefsiru'l-Kebir.

[9]- Ahzâb, 33.

[10]- Sahihi Müslim, Kitabu Fezaili's-Sahabe; Müstedrekü's-Sahiheyn, 3/147; Dürrü'l-Mensûr, Tefsiru Ayeti't-Tathir; Tefsiru't-Taberî, 22/5; Sahihi Tirmizî, c.5, hadis: 3787; Müsned-i Ahmed, 6/ 292, 304; Usdu'l-Gabe, 4/29; Tehzibu't-Tehzib, 2/258.

[11]- el-Kelimetu'l-Ğarra Fî Tafzili'z-Zehra, s.192. Seyyid Abdulhüseyin Şerefüddin şöyle diyor: Bu hadisi İmam Ahmed, eserinin 3. cildinin 259. sayfasında tahriç etmiştir. el-Hâkim de bu hadisi rivayet etmiş ve Tirmizî sahih olduğunu belirtmiştir. İbn-i Ebu Şeybe, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, İbn-i Mürdeveyh ve Taberanî gibi isimler de hasen olduğunu belirterek bu hadisi rivayet etmişlerdir.

[12]- el-Kelimetu'l-Ğarra, s.200.

[13]- Hilyetu'l-Evliya, 3/201; Tefsiru't-Taberî, 25/16 ve 17; ed-Dürrü'l-Mensûr, Şûrâ Suresi, 3. ayetin tefsiri; es-Savaiku'l-Muhrika, s.261; Usdu'l-Gabe, 5/367.

[14]- Fezailu'l-Hamse Mine's-Sihahi's-Sitte, 1/307.

[15]- Zemahşerî, el-Keşşaf; et-Tefsiru'l-Kebir, Fahreddin er-Razi; ed-Dürrü'l-Mensûr, Suyuti; Zehairu'l-Ukba, s.35. Allâme Eminî, bu ayetin Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s) hakkında indiğini belirten kırk beş tane kaynağı sayar. el-Gadir, c.3.

[16]- el-Kelimetu'l-Ğarra, s.181.

[17]- Seyyid Abdulhüseyin Şerefuddin şöyle diyor: Müfessirler, muhaddisler ve hicretin onuncu senesini inceleyen bütün tarihçiler bu hadiseyi zikretmişlerdir. Bu seneye “lanetleşme senesi” denilmiştir. Sahihi Müslim, Kitabu Fezaili's-Sahabe; Zemahşerî, el-Keşşaf, Âl-i İmrân, 61. ayetin tefsiri.

[18]- Tefsiru'l-Kebir, ilgili ayetin tefsiri. Savaiku'l-Muhrika, s.238; Vahidî, Esbabu'n-Nüzul, s.75.




Bu haber 855 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EHLİBEYT Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
YUKARI