Bugun...



Sahabe Hakkındaki Konular - 2

Sahabe Hakkındaki Konular - 2

facebook-paylas
Tarih: 09-08-2021 12:48

Sahabe Hakkındaki Konular - 2

Üçüncü Bölüm:

İki Mekteb Açısından Sahâbe Ve Adaleti

Hilafet Mektebine Göre Sahâbe ve Sahâbîlerin Adaleti:

Ehl-i Sünnet ve Hilafet mektebine göre kısa bir süre için de olsa Hz. Resulullah'a (s.a.a) iman ederek onu gören herkes sahâbîdir; hatta bir saat bile olsa sahâbî sayılması için yeterlidir. Bu görüşe göre Hz. Resulullah'ın (s.a.a) döneminde yaşayan ve o hazreti gören herkes sahâbîdir. Çünkü hicretin onuncu yılında Mekke ve Taif'de müslüman olmayan ve Hz. Resulullah'la (s.a.a) Vedâ Haccı'na katılmayan kimse yoktu. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hayatlarının son dönemlerinde Medine sakinleri olan Avs ve Hazrec kabileleri arasında müslüman olmayan bir teki kişi bile yoktu. O halde onların hepsi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sahâbîsi sayılır!

Yine Ehl-i Sünnet mektebi izleyicileri, “Eskiden sadece sahâbîleri ordunun kumandanı ederlerdi” söyleyerek kendi uydurdukları büyük bir çoğunluğu Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ashâbı tanıttılar. "Hamsune Miete Sahâbiyyin Muhtalak" (Yüz Elli Uydurma Sahâbî) kitabında bunların uydurma sahâbîler oldukları ispatlanmıştır.

Ehl-i Sünnet ve Hilâfet mektebinin izleyicileri sahâbenin hepsini adil bilir ve hiç kimsenin onları eleştirmesine müsaade etmezler. Onlardan birini eleştiren zındık sayılır!

Bu mektebin izleyicileri, herkesin, ashâbın naklettiği rivâyetlerin sahih olduğunu kabul etmeleri, İslâm dininin öğretilerini onlardan almaları ve ona amel etmeleri gerektiğine inanırlar.

Ehl-i Beyt Mektebine Göre Sahâbe ve Sahâbenin Adaleti:

Ehl-i Beyt mektebi izleyicileri "sahâbî" kelimesini şerî bir ıstılah değil, sadece arapça bir kelime bilmektedir. Onlar derler ki: "Sâhib" terimi lügat kitaplarında dost, arkadaş, sırdaş, kafa dengi anlamlarına gelir ve uzun ve köklü dostlukları ifade etmek için kullanılır. Musahibet iki kişi veya kişiler arasında yakın sohbet arkadaşlığı kurulduğunda "sahib" kelimesi ikinci zamire eklenerek tamamlama yaratmakta ve meselâ Kur'ân-ı Kerim'de de geçtiği bir örnekte olduğu gibi "Ya sâhibey'is sicn" (Ey benim hapis arkadaşlarım) veya "Ashâb-ı Musa" (Musa'nın arkadaşları) tamlamalarında sâhib ve Ashâb kelimeleri "sicn" ve "Musa" kelimelerine eklenerek belirtili tamlama oluşturmaktadır. Aynı şekilde, Hz. Resulullah (s.a.a) döneminde de o hazretin sohbet arkadaşlarına "sahib-i Resul" ve yakın arkadaşlarına "Ashâb-ı Resul", "Ashâbu’s-Suffe" denilir, "sâhib" ve "Ashâb" kelimeleri "Resulullah" ve "Suffe" terimlerine eklenerek tamlama yapılırdı.

Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra "sahâbî" terimi özel bir isim halini aldı. Bu kelime başka bir kelimeye ekleme yapılmadan kullanılır ve Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Ashâbı kastedilirdi. Dolayısıyla "sahâbî" ve "sahâbe" kelimeleri şer'î bir ıstılah değil, müteşerria ıstılahıdır (müslümanların adlandırmasıdır).

Ashâbın adaletine gelince, bu mektebin izleyicileri Kur'ân-ı Kerim'i izleyerek diyorlar ki: Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ashâbı arasında sinsice nifakta bulunan münafıklar da vardı ve Allah'tan başka kimse onları tanımıyordu. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) harimine ahlakî sapıklık iftirasında bulunanlar, o hazretin canına saldırıda bulunarak gecenin karanlığından yararlanıp Hereşi geçidinde Allah'ın Habibi'ne suikast etmeğe kalkışanlar da işte onlardı. Yine Hz. Resulullah (s.a.a) onların kıyamet günündeki durumlarını haber vermiş; onları kendisinden ayıracaklarını ve kendisinin "Ya Rabbi! Ashâbım!..." diyeceğini, bunun üzerine "Bunların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun? Bunlar senin kendilerinden ayrıldığın andan itibaren gerisin geriye cahiliyete döndüler, mürted ve sapık oldular" denileceğini bildirmiştir.

Yine Ehl-i Beyt mektebi izleyicileri derler ki: Yine o sahâbîler arasında Allah-u Teâlâ'nın ve Hz. Resul'ünün (s.a.a) kendilerini övdüğü çok takvalı, çekinen, gerçekten mu'min, dindar kimseler de vardı. Dolayısıyla Ehl-i Beyt mektebi izleyicilerine göre, Kur'ân-ı Kerim'de ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hadislerindeki övgüler, sadece mu'min sahâbîleri kapsar, münafıkları değil. Hz. Resulullah (s.a.a) da Ashâbın mu'minlerini tanımak için Ali b. Ebitalib'i (a.s) sevmeği, münafıklarını tanımak için ise, ona düşman olmayı ölçü olarak belirtmiş ve bunu herkese bildirmiştir.

Ehl-İ Sünnet'in Bu Konuda Delil Olarak Sunduğu İki Meşhur Rivâyetin Durumu

a)-"Aşere-i Mübeşşere" Rivâyeti:

Ehl-i Sünnet arasında çok meşhur olan ve bir kısım sahabe hakkında sürekli referans olarak gösterilen rivâyetlerden birisi "Aşere-i Mübeşşere Hadisi" diye bilinen ve güya Allah Resulü'nün (s.a.a) ismini vererek cennetle müjdelediği on kişiyi anlatan rivâyettir. Bu rivâyet hakkında şimdilik aktarabileceğimiz bazı hususları şöyle sıralayabiliriz:

1-Evvela bu hadis en muteber hadis kaynağı kabul edilen Buhârî ve Müslim'de nakledilmemiştir. Halbuki Ehl-i Sünnet âlimlerinden bir çoğu Buhârî ve Müslim'de olmayan bir hadis (aleyhlerinde olduğu zaman) hemen Buhârî ve Müslim nakletmediği için hadisin reddine kalkışırlar.

2-Bu hadis iki Sahabîden nakledilmiştir ki ikisi de bu hadise göre, müjdelenen on kişinin içerisindedir. Birisi Abdurrahman b. Avf, diğeri ise Said b. Zeyd. Bu ise sadakat ve taharetleri başka delillerle sabit olamayan kimseler hakkında, kendilerine yönelik bir tezkiye ve medhiye niteliğini taşıdığı için şüphe ve şaibeye muciptir.

3-Bu hadisin bir râvisi Abdurrahman b. Hamid isminde bir kişidir ki söz konusu hadisi, babası Hamid b. Abdurrahman ez-Zuhri kanalıyla bir defasında Abdurrahman b. Avf'tan, bir defasında ise direk olarak Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakletmiştir.

Bu senet esastan batıl bir senettir. Zira evvela Hamid b. Abdurrahman ez-Zuhrî bir kere sahâbî değil, tâbiîdir; tabîî olduğu için de Hz. Resulullah'tan (s.a.a) direk nakli söz konusu olamaz; saniyen Abdurrahman b. Avf'tan nakli de doğru değildir; zira bu adam hal tercemesinde kaydedildiği üzere Hicrî 32. yılında, tam Abdurrahman b. Avf'ın vefat ettiği senede veya ondan bir sene sonra dünyaya gelmiştir. Abdurrahman öldüğünde henüz bir bebek olan veya daha dünyaya gelmemiş olan birisinin ondan hadis rivayet etmesi düşünülebilir mi?![1] Böylece bu rivâyetin senedi kopuk bir senet olduğu için muteber sayılmaz.

4- Hadisin nakledildiği diğer sahabî ise Said b. Zeyd'dir.

Bu hadis iki senedle Said'den nakledilmiştir. Hadisin metnine bakıldığında, da görüldüğü gibi Said, bu hadisi Muâviye zamanında Kûfe'de, Kûfe mescidinde nakletmektedir.

Şimdi evvela sormak lazım, bu kadar aradan zaman geçmesine rağmen neden o güne kadar Said bu hadisi nakletmemişti. Halbuki Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra sahabeler, ezcümle hadiste isimleri geçenler arasında çıkan ihtilaflar, kavgalar sırasında en çok bu tür hadislere ihtiyaç duyuluyordu. Eğer böyle bir hadis olsaydı, hemen kendisi veya sevenleri ona sarılır ve onu referans olarak gösterirlerdi. Halbuki tarih o zamana kadar böyle bir hadise, herhangi birisi tarafından temessük edildiğini nakletmemiştir.

Burada iki ihtimal söz konusu olabilir: Birincisi şu ki Said, Hz. Ali'ye (a.s) açıkça yapılan hakaretlere karşı onu savunmanın tek yolunu, onu da o gün kabul gören bazı meşhur Sahabîlerin de yanına koyarak, cennetlik olduklarını, dolayısıyla hakaret edilmemesi gerektiğini vurgulamakta gördüğü için böyle bir yola baş vurmuştur.

Bundan da daha güçlü ihtimal şu ki, Said tarihlerin de yazdığı gibi Kûfe'de bulunduğunda, Muâviye'nin valisinin ve Muâviye taraftarlarının Hz. Ali'ye (a.s.) yaptıkları hakaretlere karşı gelmesi, artı Yezid veliaht tayin edildiğinde de biat etmeyip Mervân'la sert tartışmaya girdikten sonra, Muâviye’nin hilelerinden ve başına gelecek tehlikelerden korkarak kendisini bir nebze emniyete almak için bu rivayeti uydurup, ben Ali'yi de, muhaliflerini de seviyorum imajı vermek istemiş olabilir.

Belki de hiç birisi değil ve bu hadis Said'in diline uydurulmuştur (ki bizce bu en mantıklı ihtimaldir). Yoksa birbiriyle taban tabana zıt düşünce ve tavırlar sergileyen, hatta birbiriyle savaşan, on kişinin hepsinin de cennetlik olması nasıl düşünülebilir?

Bu çelişkileri gözleriyle görmek için, tarafsız bir gözle konuyla ilgili değişik kaynakları araştıran kimseler bunun açık örneklerine sık sık rastlayabilirler. Bu on kişi arasında yaşanan ihtilaf ve sürtüşmeler hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyen kimselere bizzat Ehl-i Sünnet kaynaklarından gerekli bilgi ve belgeler sunmamız mümkündür.

Hatırlatılması gereken bir diğer husus şudur ki, faraza bu hadis doğru bile olsa, bunun benzeri olan ve diğer bir kısım sahabînin cennetlik olduklarını isimleriyle vurgulayan ve senet açısından daha güçlü ve daha sahih olan hadisler de bulunduğu halde neden sadece bu hadis dillere destan olmuştur? Öyle ki mesela İmâm Ahmet b. Hanbel "Bu on kişinin dışında kimseye, 'şu cennetliktir' denmesi câiz değildir" demektedir.[2]

Mesela Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s) hakkında: "Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendisidir" diye buyurduğu hadis ittifakla sahih olarak kabul edilmiyor mu?

Yine Allah Resulü (s.a.a): "Hasan ve Hüseyin'in, dedeleri, babaları, anneleri, amcaları, halaları, teyzeleri, kendileri ve ikisini sevenlerin hepsi cennettedir" buyurmamış mıdır?![3]

Aynı şekilde Hz. Fatıma'nın (s.a) cennete girecek ilk kadın olduğunu vurgulayan muhtelif hadisler, yine Hz. Hatice annemizin (s.a) cennetle müjdelenmesini, cennetteki yerini açıklayan hadisler neden göz ardı ediliyor?

Yine sahih senetle şöyle buyurduğu rivâyet edilmemiş midir?: "Hiç şüphesiz cennet şu dört kişiye müştaktır: Ali b. Ebi Tâlib, Ammâr b. Yâsir, Selmân-ı Fârisî ve Mikdad."

Yine şöyle buyurmamış mıdır?: "Cennet üç kişiye müştaktır: Ali, Ammâr ve Bilâl."

Ahmed b. Hanbel büyük bir hadisçi olmasına ragmen, bu hadisleri bilmiyor muydu ki "Bu on kişinin dışında kimseye, 'şu cennetliktir' denmesi câiz değildir" diyor?!

Evet, neden sağlam senetlerle nakledilen bu hadislerden kimsenin haberi yok?! Ama yukarıdaki hadis senedi zayıf olmasına rağmen dillere destandır?! Kararı sizin insaf ve hür vicdanınıza bırakıyoruz.

b)-"Ashabım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz" Rivâyeti:

Biz bu rivâyet hakkında önce bu rivâyetin zayıf, itibarsız ve uydurma olduğunu itiraf eden Sünni âlimlerin isimlerini kaynaklarıyla birlikte vereceğiz; daha sonra rivâyetin senetlerini incelemeğe tâbi tutacağız ve ardından da hadisin muhtevası üzerinde durmağa çalışacağız.

Hadisi Zayıf Bilen Ehl-i Sünnet Alimleri:

1-İmam Ahmed b. Hanbel (Ölüm: 241 hk.) [4]

2-Hâfız Ebu İbrâhim-il Muznî (Ölüm: 264 hk.) [5]

3-Hâfız Ebu Bekr-il Bezzâr (Ölüm: 292 hk.)[6]

4-İbn-ül Kattân -Hâfız Ebu Ahmed Abdullah b.Adiyy- (Ölüm: 365 hk.) [7]

5-Hâfız Ebu-l Hasan Dârekutnî (Ölüm: 385 hk.) [8]

6-Hâfız İbn-i Hazm -Ebu Muhammed Ali b. Ahmed- (Ölüm: 456 hk.) [9]

7-Hâfız Beyhakî -Ebubekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali b. Abdullah- (Ölüm: 457 hk.) [10]

8-Hâfız Ebu Ömer İbn-i Abd-il Birr (Ölüm: 463 hk.) [11]

9-Hâfız İbn-i Esâkir -Ebu-l Kâsım Ali b. Hibetullah- (Ölüm: 571 hk.) [12]

10-Hâfız Abdurrahman Ebu-l Ferac İbn-il Cevzî (Ölüm: 597 hk.) [13]

11-Hâfız İbn-i Dihye –Ebu-l Hattab Ömer b. Hasan- (Ölüm: 633 hk.) [14]

12-İmam Esir-üd Din Ebu Hayyân-il Endülüsî (Ölüm: 745 hk.) [15]

13-Hafız Şemsüddin Ebu Abdillah ez-Zehebî Ölüm: 748 hk.) [16]

14-Ahmed İbn-i Abdülkadir Tâcuddin İbn-i Mektum Ebu Muhammed-il Kaysî (Ölüm: 749 hk.) [17]

15-Şemsüddin İbn-i Kayyim-il Cevziyye (Ölüm: 751 hk.) [18]

16-Hâfız Zeynüddin Abdurrahim b. Hüseyn-il İrâkî (Olüm: 806 hk.) [19]

17-Hafız Şehabüddin İbn-i Hacer-il Askalânî (Ölüm: 852 hk.) [20]

18-Kemâlüddin Muhammed İbn-il Hemmâm-il Hanefî (Ölüm: 861 hk.) [21]

19-İbn-u Emir-il Hâc -Şemsüddin Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hasan- (Ölüm: 879 hk.) [22]

20-Hâfız Şemsuddin Ebulhayr Muhammed b. Abdurrahman Es-Sahavî (Ölüm: 902 hk.) [23]

21-Kemâlüddin Ebu-l Meâlî Muhammed b. Emir Nâsıruddin Muhammed b. Ebî Bekr b. Ali b. Ebî Şerif-il Makdisî-iş Şâfiî (Ölüm: 906 hk.) [24]

22-Hâfız Celâlüddin-is Suyûtî eş-Şâfiî (Ölüm: 911 hk.) [25]

23-Şeyh Aliyy-ül Muttaki-l Hindî (Ölüm: 975 hk.) [26]

24-Şeyh Aliyy-ül Kâriyy-ül Mekkî (Ölüm: 1014 hk.) [27]

25-El-Mennâviyy-üş Şâfiî -Abdürrauf b. Tâc-ül Ârifin b. Ali b. Zeynülâbidin- (Ölüm: 1029 hk.) [28]

26-Şeyh Şehâbüddin-il Hafâcî-il Hanefî -Ahmed b. Muhammed b. Ömer (Ölüm: 1096 hk.) [29]

27-Kâzî Muhibbullah-il Behârî-il Hindî (Ölüm: 1119 hk.) [30]

28-Kâzî Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Abdullah-iş Şevkânî (Ölüm: 1250 hk.) [31]

29-Sadik Muhammed Hasan Hân (Ölüm: 1307 hk.) [32]

Burada şunu da hatırlatmamız gerekir ki bu isimleri biz örnek olarak zikrettik; yoksa bu hadisin uydurma veya zayıf olduğunu itiraf eden Sünnî âlimlerin sayısı daha fazladır. Mesela İbn-ül Mulakkin, İbni Teymiye, Celâl-ül Muhallî, Ebu Nasr-is Seczî, Ebuzer-ül Halebî, Ahmed b. Kâsım-il İbâdî, Es-Sebukî, İbn-i İmâm-il Kâmiliyye, Mevlevî Nizâmuddin, Mevlevî  Abd-ül Ali Bahr-ul Ulûm, Muhammed Nâsıruddin-il Albânî ve Seyyid Muhammed İbn-i Akil-il Alevî gibi âlimleri de bunlara ekleyebiliriz.

Açıklamamız gereken bir diğer husus da şudur ki, "Yıldızlar " rivayetinin bazı nakillerinde "Ümmetimin ihtilâfı rahmettir" şeklinde bir söz de yine Resulullah'a isnad edilmiştir ki aynı senetle nakledildiği için o rivâyetin zayıf ve uydurma olduğunu söyleyenlerin sözleri doğal olarak bu rivâyet için de geçerlidir ki bunlardan bazılarının ismini örnek olarak zikredip geçiyoruz: Hâfız İrâkî, Hafız Muhammed b. Tâhir, Tabarânî, Deylemî, Muhammed Nâsıruddin-il Albânî ve...[33]

Rivâyetin Senedi Üzerine:

Gerçi bir önceki bölümde bir kısmının isimlerini verdiğimiz Ehl-i Sünnet âlimlerinin, rivayetin zayıflığını ve uydurma olduğunu teyit ve tasdik etmeleri, bizi rivâyetin senedini incelemekten müstağnî kılıyor ama yine de bahsimizin tekmili ve hiçbir şüpheye mahal vermemek için rivâyetin senedi üzerinde de kısa bir incelemenin uygun olacağını düşünüyoruz.

Evet, bu rivayet bildiğimiz kadarıyla altı sahabîden nakledilmiştir ki aşağıda teker teker ele alacağımız üzere bunların hiç birisinin senedi sağlam değildir:

*Abdullah İbn-i Ömer:

Bu rivâyet Abdullah İbn-i Ömer'den iki senedle nakledilmiştir; bu iki senedin birisinde ezcümle şu iki râvînin isimleri göze çarpmaktadır:

1-Abdurrahim b. Zeyd:

Buhâri'nin  ve Nesâî'nin "Ez-Zuafâ" (Zayıf Râvîler) isimli kitaplarında, İbn-i Ebi Hâtem'in "El-İlel" kitabında, İbn-i Cevzî'nin "El-Mevzuât" ve "El-İlel-ül Mütenâhiye" kitaplarında, Zehebî'nin "Mizân-ül İ'tidâl", "El-Kâşif" ve "El-Muğnî" kitaplarında, Hazrecî'nin  "Hulâsat-u Tezhib-i Tehzib-il Kemâl" kitabında ve diğer çoğu ricâl kitaplarında bu râvî, "Hiçbir  değeri yoktur", "Çok yalancıdır", "Çok yalancı bir habistir" gibi tabirlerle tanıtılmıştır.

2-Zeyd-ül Ammi:

Bu adam yukarıda bahsettiğimiz Abdurrahim'in babasıdır. Şevkânî Şöyle diyor: "O ikisi son derece zayıftırlar." İbn-i Sa'd “Zeyd hadiste zayıftır” demiştir. İbn-i Adiy ise, onun hakkında "Onun bütün rivâyetleri ve ondan rivâyet eden bütün râvîler zayıftır" tespitinde bulunmuştur.[34]

Diğer senede gelince onda da ezcümle "Hamzat-ül Cezri" (Hamza b. Ebî Hamza en-Nasibi)'yi görmekteyiz. Onun hakkında ise ricâl âlimleri şu tabirleri kullanmışlardır: "Hadisi münkerdir", "Hadisi terkedilmiştir", "Hadisi atılmıştır", "Bir şeye yaramaz", "Hadis uyduran birisidir", "Bir para etmez." [35]

*İkinci Halife Ömer b. Hattab:

İkinci Halif'e Ömer'e dayandırılar rivâyette ise, şu râvilerin ismi geçmektedir:

1-Naim b. Hammad:

İbn-i Cevzî onun hakkında şu tespitte bulunmuştur: "Naim (ricâl âlimleri tarafından) cerhedilmiştir."

2-Abdürrahim b. Zeyd: Durumu açıklandı.

3-Zeyd-ül Ammî: Durumu açıklandı.

*Câbir b. Abdullah-il Ensârî:

Câbir'e dayandırılan rivâyet de iki senetle nakledilmiştir. Bu senetlerin birisinde rivâyet ta Mâlik b. Enes'e ondan da ta Câbire kadar uzanıyor; ancak Mâlik'ten aşağıya bütün râvîler mechul ve tanınmayan kimselerdir. Bunu İbn-i Hacer Askalânî "Tahric-u Ehâdis-il Keşşâf" isimli eserinde açıkça beyan etmiştir.[36]

Diğer sened de ise şu râvîlerin ismini görmekteyiz:

1-Ebu Süfyân:

İbn-i Hazm "Ebu Süfyân zayıftır" demiştir.[37]

2-Selâm b. Selim:

 Yine İbn-i Hazm Bu râvî hakkında ricâl alimlerinden şu görüşleri nakletmiştir: İbn-i Hacer: "Selam zayıftır." İbn-i Harâş: "O çok yalancıdır." İbn-i Habbân: "O bir çok uydurma hadis rivâyet etmiştir." Ardından da "Bu adamın zayıflığında icma edilmiştir" tespitini eklemiştir İbn-i Hazm.[38]

3-Hâris b. Gasîn:

İbn-i Abd-il Birr rivâyeti bu senedle naklettikten sonra Şöyle demiştir: "Bu sened hüccet olamaz; zira senette yer alan "Hâris b. Gasîn" mechuldür ve durumu belli değildir. Yine Ebu Amr ve Zeynüddin-il İrâkî de onun hakkında aynı şeyi söylemişlerdir.[39]

*Abdullah İbn-i Abbâs:

Abdullah İbn-i Abbâs'a dayandırılan rivâyetin senadinde ezcümle şu râvîlerin ismi geçmektedir:

1-Süleyman İbn-iEbî Kerîme:

Ebu Hâtem Râzî, Celâlüddin Suyûtî ve Muhammed b. Tâhir onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Adiy ise "Onun bütün hadisleri münkerdir" demiştir. Zehebî'nin tespiti ise şöyledir: "O, itibarsız ve bir çok münker (hadisin sahibidir.[40]

2-Cüveybır b.Said:

Bu râvî zayıflığı hakkında ricâl âlimlerinin söylediklerinden bazısı şöyledir: Nesâî ve Dârekutnî: "Hadisi terkedilmiştir." Buhari Ali b. Yahya'dan Şöyle nakletmektedir: "Cuveybır'ın iki hadis naklettiğini biliyorum." Ardından ikisini de naklederek onların zayıf olduğunu ortaya koymuştur. İbn-i Cevzî: "Cuveybır'a gelince, onun zayıf olduğunda icma etmişlerdir." Ahmed b. Hanbel: "Onun hadisiyle iştigal edilmez." İbn-i Muin: "Hiçbir şeye değmez." Cevzecânî: "Onunla iştigal edilmez." Ve benzeri bir çok tabir..[41]

3-Ez-Zahhâk b. Müzâhim:

Bu râvî hakkında da şu tabirler kullanılmıştır: "Bu adamdan hadis nakledilmezdi." "Hadis hususunda zayıftır." "Âlimler tarafından cerhedilmiştir." Şu'be ve bir çok âlim ise onun İbn-i Abbas'ı görmediğini iddia etmişlerdir.[42]

*Ebu Hureyre:

Ebu Hureyre'ye dayandırılan rivâyetin senedinde "Cafer b. Abd-ül Vahid-il Kâzî el-Hâşimî" isimli râvînin ismi de geçmektedir. Rical kitaplarında bu şahıs da "Hadis uyduran", "Hadis çalan", "Yalancı", "Hadisi terkedilen" vb. tabirlerle tanıtılmıştır.[43]

Arıca bilindiği gibi Ebu Hureyre'nin kendisi de bir çokları tarafında muteber birisi olarak Kabul edilmiyor.

*Enes b. Mâlik:

Enes b. Mâlik'e dayandırılan rivayetin senedinde ise "Bişr İbn-il Hüseyin" isimli bir râvînin ismini görmekteyiz ki rivâyeti Zübeyr b. Adiy kanalıyla Enes'ten nakletmektedir.

Zehebî "El-Muğnî" kitabında, Dârekutnî'nin onun hakkında "Terkedilmiştir" ve Ebu Hâtem'in ise "O Zübeyr'in diline yalan uydurmuştur" dediğini nakletmektedir. Bu râvî hakkında diğer rical alimlerinin yergilerini görmek için İbn-i Hacer Askalânî'nin "Lisân-ül Mizân" kitabına bakılabilir.[44]

Böylece bu rivâyetin bütün senetlerini incelemiş bulunuyoruz; gördüğünüz gibi bu senetlerin hiç biri sahih değil ve bazısında üç, bazısında iki ve bazısında da en az bir tane zayıf râvî olduğunu bizzat Ehl-i Sünnet'in kendi ricâl kitaplarına ve ricâl âlimlerinin görüşlerine dayanarak ispatlamış olduk.

Rivâyetin Muhtevası Üzerine:

Rivâyetin muhtevası hakkında da birkaç nükteyi hatırlatmakla yetineceğiz:

1-Eğer gerçekten bu rivayet doğru olsaydı ve Resulullah'ın etrafında bulanan sahabenin her birisi gökteki yıldızlar gibi olsaydı, o zaman mesela şu âyetlerin indirilmesinin bir anlamı olur muydu?: "Eğer o (Peygamber) ölür ve ya öldürülürse, topuklarınız üzerine gerisin geriye mi döneceksiniz."[45]

"Etrafınızda olan bedevilerden ve Medine ehlinden nifakı adet haline getirmiş nice münafıklar vardır ki sen onları bilmezsin; onları biz biliriz. Yakında onları iki defa azap edeceğiz; sonra da büyük bir azaba döndürüleceklerdir." [46]

Eğer sahabenin hepsi âdil ve her biri bir hidâyet yıldızı olsaydı, Allah Resulü (s.a.a) onlara hitaben: "Aman benden sonra kafirler olarak geri dönmeyin."[47]

Veya: "Şirk sizin aranızda karıncanın ayak sesinden de gizli olacaktır."[48]

Yada: "Çok geçmeden, ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir ki onlardan sadece birisi kurtuluşa erecektir..."[49] buyurur muydu?!

Yine önceden de naklettiğimiz şu hadisi şerif sahabenin hepsinin âdil oluşu ve her birisinin bir hidâyet yıldızı olduğuyla bağdaşıyor mu acaba?: "Kıyamet günü  ashâbımın önde gelenlerinden bazısını getirip amel defteri siyah olanlarla birlikte haşredecekler. Ben "Allah'ım! Onlar benim Ashâbım!" dediğimde, şu cevabı duyacağım: "Senden sonra bu Ashâbının neler yaptıklarını bilmiyorsun!" O zaman ben de o salih kulun sözlerini (Mâide, 117'de Hz. İsa'nın (s.a) sözü kastediliyor) tekrarlayacak "..Ve ben aralarında bulunduğum sürece amellerine şahittim onların, beni aralarından aldıktan sonra de kendin şahid oldun" diyeceğim. Bunun üzerine bana şöyle denilecek: "Sen aralarından ayrılır ayrılmaz bunlar mürted olup dinden çıktılar ve eski hallerine döndüler."[50] Bakın bu hadiste Allah Resulü açık bir şekilde kendisinden uzaklaştırılan kimselerin, ashabından olduğunu söylüyor. Bu da açıkça öyle her sahabî denen kimsenin hidayet yıldızı ve âdil olmadığını, dolayısıyla bahis mevzumuz olan "yıldızlar" rivayetinin doğru olamayacağını ortaya koyuyor.

2-Sahabî ismi ile anılan birçoklarının hayat hikayeleri, bir çok amelleri ve icraatı bu rivâyetin doğru olamayacağının bir diğer açık kanıtıdır. Zira bunlardan bugün bile takdis edilen bir çoklarının, yalancılık, birbirine küfretme, iftirada bulunma, zina, şarap içme ve birbirleriyle savaşma ve birbirlerinin kanını dökme gibi Kur'an âyetleri ve Hz. Resul'ün (s.a.a) sünnetiyle yasaklanan ve yapan kimselerin fâsık ve fâcir olup büyük azapları hak ettikleri, büyük günah ve kötülüklere bulaştıklarını bir çok muteber kaynakta okumaktayız ki makalenin ilk kısımlarında bunlardan bazı örnekleri okudunuz.

Durum böyleyken söz konusu rivayeti doğru kabul edip, bu amellere bulaşan kimseleri hidayet yıldızı olarak addetmeği siz akıl ve mantığınıza sığdırabiliyor musunuz ki Allah'ın Resulü'ne (s.a.a) de böyle bir sözü yakıştırabilesiniz?! Yoksa Hz. Resulullah (s.a.a) kendinden sonra meydana gelecek olaylardan haberi mi yoktu? En azından bu olayların meydana gelebileceğine ihtimal bile vermiyor muydu? Hayır, kesinlikle böyle bir şey doğru olamaz. Zira yukarıda örnek olarak zikrettiğimiz âyet ve hadisler, bunun böyle olamadığını ve Allah Resulü'nün (s.a.a) bu olaylardan haberdar olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu ise bu hadisin kesinlikle uydurma olduğunu ortaya koyuyor. Zira haberdar olduğu halde böyle bir şeyi buyurması asla düşünülemez.

3-Ashabın en azından bir kısmının arasında çoğu zaman şiddetli ihtilafların yaşandığını, bir çok konuda farklı düşündüklerini, hatta bu ihtilafların bazen kavga ve nizaya ve bilindiği gibi bazen binlerce insanın kanlarının akıtılmasına vesile olan savaşlara dönüştüğünü görmekteyiz (Cemel, Sıffın ve Nehrevan savaşları gibi). Biz bütün bunlarda, onları mazur bile görsek (ki böyle olduğunu kesinlikle kabul etmiyoruz) her birisinin farklı ve bazen taban tabana zıt görüş ve davranışlarının hidâyete götüreyeceğini kabul etmemiz asla mümkün değildir. Zira bu, Allah Resulü'nün ümmetini aynı zamanda çelişkili yollara ve hedeflere sevk ve teşvik ettiği anlamına gelir ki bu da hikmet ve hidayet, akıl ve mantık Resulü olan Habibi Kibriya'dan (s.a.a) kesinlikle uzaktır. Kısacası bu rivâyetin böyle bir muhtevaya sahip olması onun uydurma olduğunu ispatlamaya yeter, artar bile.

Evet, kardeşlerim, bir şeyin meşhur olması bizi aldatmamalıdır. Nice meşhur görüş ve rivâyetler vardır ki ciddi bir araştırma ve incelemeye tabi tutulduğunda, esastan yalan ve uydurma olduğunu görürsünüz. Bugün muhakkik âlimler uzun, araştırmaların neticesinde onlarca sahabî ve râvinin uydurma olduğunu ve asla dünyada yaşamadıklarını ve mesela Seyf b. Ömer gibi zındıklıkla suçlanan, dinini dünyaya satmış bazı kıssacı ve yalancı râvilerin hayal ürünlerinden ibarettir. Arzu edenler Allame Murtaza Askerî'nin "Yüz Elli Uydurma Sahabî" ve "Uydurma Raviler" kitaplarına müracaat edebilirler. Allah-u Teala cümlemize hakkı hak, bâtılı bâtıl görebilen basiretli bir göz ve nurlu bir kalp inayet buyursun. Amin!

 

 

---------------

[1] –“Tehzib-üt Tehzib” ve diğer Rical kitaplarına bakılsın.

[2] -Cela-ül Ayneyn, s. 118.

[3] -Tabarânî, “El-Kebir” ve “El-Evsat” kitaplarında bu hadisi nakletmiştir.

[4] -İmam Ahmed b. Hanbel'in bu görüşü İbn-i Emir-il Hacc'ın "Et-Takrir-u Vet-Tahbir" kitabında, İbn-i Kudâme'nin "El-Müntahab" kitabında, yine “Et-Teysir” kitabında c. 3, s. 243 ve “Silsilet-ül Ehâdis-iz Zaifet-i Vel-Mevzua” kitabında c. 1, s. 79 da nakledilmiştir.

[5] -Câmi-u Beyân-il İlm (İbn-i Abd-il Birr), c. 2, s. 89-90.

[6] -Câmi-u Beyân-il İlm (İbn-i Abd-il Birr), c. 2, s. 90; İ'lâm-ül Muvakkıin, c. 2, s. 223; El-Bahr-ül Muhit (Ebu Hayyan-il Endülüsî), c. 5, s. 528.

[7] -Söz konusu âlim bu görüşünü zayıf râvîler hakkında yazdığı "El-Kâmil" adlı kitabında, Cafer b. Abd-ül Vâhid-il Hâşimî-il Kadî ve Hamzat-ün Nasibî'nin hal tercemesi bölümünde açıklamıştır.

[8] -Tahric-u Ehâdis-il Keşşâf (ibn-i Hacer Askalânî), c. 2, s. 628.

[9] -El-Bahr-ül Muhit, c. 5, s. 528; Silsilet-ül Ehâdis-iz Zaifet-i Vel-Mevzua, kitabında c. 1, s. 78.

[10] -Tahric-u Ehâdis-il Keşşâf (ibn-i Hacer Askalânî), c. 2, s. 628.

[11] -Câmi-u Beyân-il İlm (İbn-i Abd-il Birr), c. 2, s. 90-91.

[12] -Feyz-ül Kadîr-i Fi-Şerh-il Câmi-is Sağîr (El-Mennâvî), c. 4, s. 76.

[13] -İbn-i Cevzî bu görüşünü "El-İlel-ül Mütenâhiye Fil-Ehâdis-il Vâhiye" isimli kitabında ortaya koymuştur. Bak: Feyz-ül Kadir-i Fi-Şerh-il Câmi-is Sağîr, c. 4, s. 76.

[14] –“Ebekât-ül Envâr” kitabının nakline göre İbn-i Dıhye'nin bu görüşü "Ta'lik-u Tahric-i Ehâdis-i Minhâc-il Beyzâvî" kitabında zikredilmiştir.

[15] -El-Bahr-ül Muhit (Ebu Hayyân-il Endülüsî), c. 5, s. 527-528.

[16] -Mizan-ül İ'tidâl (Zehebî), c. 1, s. 413, c. 2, s. 102.

[17] -Ed-Dürr-ül Lakît Min-el Bahr-il Muhît, (Bahr-ül Muhit'in hamişinde basılmıştır), c. 5, s. 527.

[18] -İ'lâm-ül Muvakkıîn, c. 2, s. 223.

[19] -Zeyn-üd Din-il İrâkî'nin bu görüşü, İbn-i Adiyy'in "El-Kâmil" kitabında, Hamza b. Ebi Hamza Nasîbî'nin hal tercemesinde, Beyhakî'nin "El-Medhal" kitabında, "Tahric-u Ehâdis-il Minhâc" kitabından naklen “Ebekât-ül Envâr” kitabında nakledilmiştir.

[20] -Tahric-u Ehâdis-il Keşşâf (Keşşaf tefsirinin hamişinde basılmıştır), c. 2, s. 628.

[21] -Et-Tahrir (Emir Padişah-il Hüseynî'nin şerhiyle), c. 3, s. 243.

[22] -Etakrir-u Vet-Tahbîr Fi-Şerh-it-Tahrîr; bak: Et-Teysir-u Fi-Şerh-it-Tahrir, c. 3, s. 243-244.

[23] -El-Mekâsid-ül Hasenet-u Fi-Beyân-i Kesirin Min-el Ehâdis-il Müşteheret-i Ale-l Elsine, s. 26-27.

[24] -Feyz-ül Kadir Fi-Şerh-il Câmi-is Sağîr (Mennâvî), c. 4, s. 76.

[25] -Feyz-ül Kadir Fi-Şerh-il Câmi-is Sağîr (Mennâvî), c. 4, s. 76.

[26] -Kenz-ül Ummâl, c. 6, s. 133.

[27] -El-Mirgât-u Fi-Şerh-il Mişkât, c. 5, s. 523.

[28] -Feyz-ül Kadir Fi-Şerh-il Câmi-is Sağîr (Mennâvî), c. 4, s. 76.

[29] -Nesim-ur Rıyâz Fi-Şerh-i Şifâ-il Kâzî İyâz, c. 4, s. 423-424.

[30] -Müsellem-us-Subût, c. 2, s. 241.

[31] -İrşâd-ül Fuhûl, s. 83.

[32] -Hüsn-ül Ma'mûl Min İlm-il Usûl, s. 56.

[33] -Bu konuda şu kaynaklara bakılabilir: El-Muğnî en Haml-il Esfâr-i Fil-Esfâr (İhya-ül Ulum'un  Hamişinde basılmıştır), c. 1, s. 34, Tezkiret-ül Mevzûât, s. 90-91, Silsilet-ü Ehadis-iz Zaifet-i Vel-Mevzûa, c. 1, s. 76-78.

[34] -İrşâd-ül Fuhûl, s. 83; Feyz-ül Kadir, c. 4, s. 76.

[35] -Buhâri'nin ve Nesâî'nin "Ez-Zuafâ" (Zayıf Râvîler) isimli kitaplarında, İbn-i Cevzî'nin "El-Mevzuât" kitabında, Zehebî'nin "Mizân-ül İ'tidâl" ve "El-Kâşif" kitaplarında, Ebu Hayyân'ın "El-Bahr-ül Muhît" kitabında ve diğer rical kitaplarının çoğunda bu râvînin ismi bölümüne bakılabilir.

[36] -Tahric-u Ehâdis-il Keşşâf, (Keşşâf' tefsirinin hamişinde basılmıştır), c. 2, s. 628.

[37] -Silsilet-ül Ehâdis, c. 1, s. 78.

[38] -Aynı kaynak.

[39] -Câmi-ül Beyân, c. 2, s. 90-91; İ'lâm-ül Muvakkıîn, c. 2, s. 223.

[40] -Bu konuda İbn-i Cevzî'nin "El-Mevzûât"ına, Zehebî'nin "Mizân-ül İ'tidal" ve "El-Muğnî"sine, İbn-i Hacer'in "Lisân-ül Mizân"ına ve Muhammed b. Tahir'in "Kanun-ül Mevzûât"ına ve diğer ricâl kitaplarına mürâcaât edilebilir.

[41] -Bu görüşler için şu kaynaklara bakılabilir: Nesâî ve Buhârî'nin "Ez-Zuafâ" isimli kitaplarına, İbn-i Cevzî'nin "El-Mevuât" kitabına, Zehebî'nin "Mizân-ül İ'tidâl" ve "El-Kâşif" kitabına. 

[42] -Bu görüşler için Zehebî'nin "Mizân-ül İ'tidâl" ve "El Muğnî" kitaplarına ve İbn-i Hacer Askalânî'nin "Tehzib-üt Tehzib" kitabına bakılabilir.

[43] -Bu konuda İbn-i Hacerin "Tahric-u Ehâdis-il Keşşâf" ve "Lisânül Mizân" kitaplarına, Zehebî'nin "Elmuğnî" ve "Mizân-ül İ'tidâl" kitaplarına, ve Suyûtî'nin "El-Liâl-il Masnûa" isimli eserine baş vurabilirsiniz.

[44] -Lisân-ül Mizân, c. 2, s. 21-23.

[45] -Al-i İmrân, 114.

[46] -Tevbe, 101.

[47] -İrşâd-ül Fuhûl, s. 76

[48] -Feyz-ül Kadir, c. 4, s. 173.

[49] -El-Mezahib-ül İslamiyye (Muhammed Ebu Zühre), s. 14.

[50] -Sahihi Buhâri, Mâide Suresi tefsirinde, "... Ve kuntu eleyhim şehîdâ..." babında ve Kitab'ul Enbiya, "...Ve ittehazallahu..." babında ve Sahihi Tirmizi, "Saffet-ul Kıyâme" ve "...Mâ câe fî Şa'nul Heşr..." babları ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında.




Bu haber 2167 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI