Tweet |
Cevap:
Sormuş olduğunuz Caferi mezhebine mensupların öğleyle ilkindi, akşamla yatsı namazlarını birlikte kılmalarının gerekçesine dair sorunuzu yanıtlamadan önce, Caferi mezhebinin namazların vakti hakkındaki görüşlerine kısaca bir değinmek istiyorum.
Caferi mezhebine göre öğleyle ikindi, akşamla yatsı namazlarının vakti, özel, ortak ve fazilet vakti olmak üzere üç kısma ayrılır. Öğle namazının özel vakti, öğle vaktinin girdiği andan itibaren bir öğle namazının kılınabileceği kadar bir süredir. Yani bu vakitte eda kastıyla yalnızca öğle namazı kılınabilir. Eğer bu vakitte yanlışlıkla bile ikindi namazına niyet etmiş olur ve namazını tamamladıktan sonra onu öğle namazının özel vaktinde kılmış olduğunun farkına varırsa, mutlaka öğle namazını kıldıktan sonra ikindi namazını tekrar kılmalıdır. Ama o vakitte kaza namazı veya nafile namazı kılabilir. Çünkü bu, öğle namazının kazaya kalmasına sebebiyet vermez.
Zira aşağıda açıklayacağımız üzere henüz öğle namazının ikindi namazıyla ortak olduğu genel vakti bakidir ve o süre zarfında öğle namazını kılabilir. İkindi namazının özel vakti ise, akşam namazının vaktinin görmesine, bir ikindi namazının kılınabileceği kadar bir süre kalıncadır. Yani bu vakitte yalnızca ikindi namazı kılınabilir ve eğer bir insan, o zamana kadar öğle namazını kılmamış olursa, artık onun öğle namazı kazaya kalmıştır; dolaysıyla o vakitte öğle namazını bırakmalı ve ikindi namazını kılmalıdır; sonra da öğle namazını kaza niyetiyle yerine getirmelidir. Hatta ikindi namazını kılmamış olan bir insan o vakitte kaza veya nafile namazı da kılamaz. Çünkü bu ikindi namazının kazaya kalmasına sebep olmaktadır; bilinçli olarak da bir namazı kazaya bırakmak caiz değildir. Öğle ve ikindi namazlarının müşterek vakitleri ise, bu iki vakit arasında kalan süredir. Ancak mutlaka bu iki namaz tertip üzere kılınmalıdır; yani önce öğle namazı daha sonra da ikindi namazı kılınmalıdır. Eğer bir insan bilinçli olarak bu süre zarfında ikindi namazını öğle namazından önceye geçirirse, ikindi namazı batıl olmuş olur.
Dolayısıyla mutlaka öğle namazından sonra ikindi namazını da kılmalıdır. Fakat bu süre zarfında yanlışlıkla öğle namazını kılmadan ikindi namazına niyet eder ve henüz namazını sona erdirmeden yanlışlığının farkına varırsa, niyetini öğle namazına çevirmeli ve namazını öğle namazı niyetiyle sonra erdirmeli, sonra da ikindi namazını kılmalıdır. Ama eğer bu namazını sona erdirdikten sonra bu hatasının farkına varırsa, onun kılmış olduğu bu namazı sahih sayılır ve yalnızca öğle namazını kılması icap eder. Çünkü bu takdirde vakit açısından ikindi namazına bir halel gelmemiştir ve o öğle namazıyla müşterek olduğu kendi vaktinde kılınmıştır. Burada söz konusu olan sadece öğle namazından sonra kılınması gerektiği şartına, yani tertip şartına riayet olunmamıştır. Bu da yanlışlıkla olduğundan ona bir halel getirmez. Çünkü tertip şartı bilinçli hallerde şarttır; bilinçsiz hallerde değil; yani insan bilinçli olarak ikindi namazını öğle namazından önce kılamaz, ama eğer unutkanlık sebebiyle bu şarta riayet etmezse, ikindi namazı öğle namazının özel vaktinde kılınmadığı takdirde bunun bir zararı yoktur. Öğle namazının fazilet vakti ise, bir şeyin öğle vaktinin girmesinden itibaren doğuya doğru uzamaya başlayan gölgesinin, kendi boyu kadar uzayıncaya kadardır. Yani bu süre zarfında öğle namazını kılmak daha faziletlidir ve öğle namazını bu süreden sonraya erteleyerek, ikindi namazıyla ortak olduğu geri kalan vakitte kılmak onun faziletini azaltır. İkindi namazının fazilet vakti ise, bir şeyin öğle vaktinin girmesinden itibaren doğuya doğru uzamaya başlayan gölgesinin o şeyin boyunun yedide dördü miktarıca uzaması anından başlar ve o şeyin boyunun iki katı kadar oluncaya kadar devam eder; yani ikindi namazını bu süre zarfında kılmak daha faziletlidir ve bu süreden önce veya sonra öğle namazıyla ortak olduğu geri kalan vakitte kılmak onun faziletini azaltır. Akşam ve yatsı namazı için de aynı şeyler söz konusudur; yani onların da özel, ortak ve fazilet vakitleri vardır.
Bununla ilgili açıklamalar, Caferi mezhebinin ilmihal ve fıkıh kitaplarında mevcuttur. Fakat söz fazla uzamasın diye biz bunun da açıklamasına girmiyor ve ilgili fıkıh ve ilmihal kitaplarına müracaat etmenizi tavsiye ediyoruz. Sabah namazına gelince, onun başka bir namazla ortak olduğu müşterek vakti yoktur. Onun vakti “Fecr-i Sadık” denen sabah ezanı vaktinden başlar ve güneşin doğmasına kadar devam eder. Ancak sabah namazının da fazilet vakti vardır. Sabah namazının fazilet vakti, sabah ezanından itibaren güneşin doğmasından önce doğu ufkunda beliren kızartının ortaya çıkmasına kadar devam eder. Caferi mezhebinin fıkıh kitaplarında namaz vakitleriyle ilgili bu hükümlerin delilleri mevcuttur. Şimdilik bizi bu hükümlerin dayanakları ilgilendirmemektedir. İsteyen ilgili fıkıh kitaplarına müracaat ederek bu hükümlerin gerekçelerini görebilir. Zaten sizin sorunuz da bu husus değildir. Siz, Caferi mezhebi mensupları arasında yaygın olan öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarını birlikte kılmalarının gerekçelerini sormuşsunuz. O halde bu husus üzerinde durmamız icap eder.
Aziz kardeşim, yukarıdaki öğleyle ilkindi ve akşamla yatsı namazlarının vakitleriyle ilgili açıklamamız, Caferi mezhebi mensuplarının bu namazları birlikte kılmalarına ışık tutmaktadır. Yani, Caferi fıkhında bu namazların vakitlerinden bir bölümünün ortak vakit kabul edildiğinden bu ortak vakitte bu namazların tertip üzere birlikte kılınmasında bir sakınca görülmemektedir. Peki, Caferiler bu görüşlerinde neye dayanmaktadırlar? Acaba gerçekten bu namazların ortak vakitleri var mıdır? İşte bu soruların cevabını bulmak için başvurabileceğimiz tek kaynak Kur’an-ı Kerim ve Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sünnetidir.
Bu konuyu Kuran-ı Kerim ve Hz. Resulullah’ın sünnetine sunmadan önce, şunu belirteyim ki, sizin de belirttiğiniz üzere, bütün Müslümanlar hac mevsiminde Arafat’da öğle namazından hemen sonra ikindi namazını kılarlar, buna da “cem-i taktim” denir. Keza, Müzdelife’de akşam namazını erteleyip yatsı namazıyla birlikte kılarlar, buna da “Cem-i Ta’hir” denir. Bu hususta hiçbir ihtilaf yoktur. Dayanakları ise, Hz. Resulullah’dan (s.a.a) gördükleri uygulamadır. Hz. Resulullah (s.a.a) hac amelini yerine getirirken bu uygulamayı yapmış ve bunun aksi bir uygulama hazretlerinden görülmemiştir.
Dolayısıyla bütün Müslümanlar bu uygulama üzerinde ittifak etmiştir. Hac dışındaki durumlara gelince, Hanefi mezhebi, ister sefer hali olsun, ister mukim hali, hiçbir halükarda bu namazların birlikte kılınamayacağı görüşünü ileri sürürken, Şafii, Maliki ve Hambeli mezhepleri bu namazların sefer halinde birlikte kılınabileceği, mukim halinde ise, ayrı ayrı kendilerine has kabul ettikleri vakitte kılınmaları gerektiği fetvasını vermişlerdir. Seferi olmak hariç, yağmur, korku ve hastalık gibi mazeretlerden dolayı da birlikte kılınıp kılınamayacağı hususunda ise, ihtilafa düşmüşler; bazıları bu mazeretlerden dolayı da birlikte kılınabileceklerine cevaz verirken, bazıları da bu hallerin birlikte kılmaya cevaz vermediğini savunmuştur.
Caferi mezhebinin görüşünü de yukarıda gördünüz; bu namazların ayrı ayrı kendi fazilet vakitlerinde kılınmalarının daha faziletli olduğu kabul edilmekle birlikte, tertip üzere ortak vakitte beraber kılınmalarının da caiz olduğu kabul edilmiş, kolaylık olduğundan dolayı da daha fazla bu uygulama yaygınlık kazanmıştır. Peki, Caferiler bu uygulamalarını neye dayandırmaktalar? Eğer gerçekten de Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin iddia ettikleri şeklinde bu namazların vakitleri ayrı ise, bu durumda Caferilerin bu uygulamaları yanlıştır demektir. Çünkü genellikle Caferilerin öğle namazından hemen sonra ikindi namazını ve akşam namazından hemen sonra da yatsı namazını kıldıklarına göre, bu durumda onların ikindi ve yatsı namazlarını kendi vakitlerinden önce kılmaları gerekir. Bir namazı da vaktinden önce kılmak onun batıl olmasına yol açar.
Açıktır ki, bu itiraz Müslümanların Arafat ve Müzdelife’de yaptıkları uygulamayla, Şafii, Maliki ve Hambelilerin seferi halde yaptıkları uygulamaya da varittir. Çünkü bu durumda cem-i takdim yaptıkları takdirde ikindi namazıyla yatsı namazının vaktinden önce kılınması gerekmekte ve Cem- i Ta’hir yaptıkları takdirde de öğle namazıyla akşam namazlarının kendi vakitlerinin dışında kılınması icap eder. Acaba Arafat ve Müzdelife’de bu uygulamayı yapan Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ve sefer halinde cem etmeğe cevaz veren o kardeşlerimizin namazlarının bir kısmını vaktinin dışında kıldığını kabul etmek mümkün müdür? Açıktır ki, böyle bir şeyi söylemek mümkün değildir. Oysa Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz, genellikle Caferilere, “biz beş vakit namazımızı kendi vaktinde kılıyoruz; siz ise beş vakti üç vakte indirmişsiniz ve namazının bir kısmını vaktinin haricinde kılıyorsunuz” itirazını yapıyorlar. Eğer bu itiraz doğru olursa, yukarıdaki durumlar için de aynı şey söz konusudur. Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin “yukarıdaki durumları sizin yaptığınız uygulamayla mukayese etmek mümkün değildir; çünkü bu durumlarda böyle yapılabileceğine bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’den cevaz gelmiştir ve bu durumlarda böyle yapılmanın caiz olduğu Hz. Resulullah (s.a.a)’in sünnetiyle sabittir” demeleri mümkündür.
Onlara cevabımız şudur ki, biz de kendi uygulamamızı Hz. Resulullah’ın (s.a.a) uygulama ve sünnetine dayandırmaktayız. Biz bunu kendi yanımızdan çıkarmamışız ki, sizin bu itirazınız yerinde olsun. Bize Ehl-i Beyt kanalıyla ulaşan mütevatir hadisler, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yukarıda işaret ettiğimiz haller dışında da, herhangi bir mazeret olmaksızın mukim halinde namazlarını cem ederek kıldığını belirtmektedir. Biz de Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bu sünnetine istinaden bunun caiz olduğunu kabul etmişiz; bir kolaylık olduğundan dolayı da bu uygulama yaygınlık kazanmıştır. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bu uygulaması sadece biz Ehl-i Beyt dostlarının kaynaklarında da yer almamıştır ki, Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz; “biz buna itibar etmeyiz, bunlar sizin uydurma hadislerinizdir” desinler. Bu hadisler, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin en muteber hadis kaynaklarında da yer almıştır. O halde, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin; “Siz Caferiler, beş vakit namazı üç vakte indirmişsiniz” şeklindeki itirazları yerinde bir itiraz değildir. Sonra; Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz, bu namazların vakitlerinin onları iddia ettikleri şekilde ayrı olduklarını neye dayandırıyorlar?
Kur’an-ı Kerim’de böyle bir açıklama yoktur. Aksine Kur’an-ı Kerim’in açıklaması bizim görüşümüzü onaylamaktadır. Bakınız, Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de “Namaz, mü’minler için vakitli bir farzdır” buyurmakla birlikte, Hud Suresi’nin 114. ayetiyle İsra Suresi’nin 78. ayetlerinde bu vakitleri bizim inandığımız şekilde açıklamaktadır. Allah-u Teâlâ, Hud Suresi’nin 114. ayetinde şöyle buyuruyor: “Günün iki tarafında ve gecenin ilk yarısında namaz kılın” buyuruyor. Görüldüğü üzere, bu ayette öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarının vakitleri birlikte açıklanmıştır. Çünkü günün ilk tarafı sabah namazının vaktidir. İkinci tarafı ise, öğleyle ikindinin vaktidir. Gecenin ilk yarısı da akşamla yatsının vaktidir. O halde bu ayetten biz Ehl-i Beyt dostlarının inancı ortaya çıkmaktadır. Çünkü biz de bu namazların vakitlerinin ortak olduğu görüşündeyiz. Yine, Allah-u Teâlâ, İsra Suresi’nin 78. ayetinde de: “Güneşin zevalından (öğle vaktinden) gece yarısına kadar ve bir de fecir aydınlandığı zaman namaz kılın...” buyuruyor. Görüldüğü üzere, bu ayet-i kerimede de Allah-u Teâlâ öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarının vaktini birlikte açıklamış ve bunları birbirinden ayırmamıştır. Bu da bizim inancımızın aynısıdır.
Burada Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz; “Evet her ne kadar bu ayetlerde mezkûr namazların vakti birbirinden ayrılmamışsa da; Hz. Resulullah (s.a.a) kendi uygulamasında bunları, şimdi bizim kıldığımız şekilde ayrı ayrı kılmış, ayrıca hadisi şerifte Cebrail’in bu vakitlerde Hz. Resulullah’a (s.a.a) inerek ona nasıl namaz kılacağını öğrettiği yer almıştır; dolaysıyla da bizim uygulamamız doğrudur” diyebilirler. Bunun cevabı da açıktır. Zira bu namazları ayrı ayrı kılan Hz. Resulullah (s.a.a) onları herhangi bir mazeret olmaksızın birlikte de kılmıştır. Bundan da şu sonuç çıkar ki, bu namazların vakitleri müşterektir, onları birlikte de kılmak mümkündür ayrı ayrı kılmak da. Ancak Hz. Resulullah (s.a.a) daha çok onları ayrı ayrı kıldığına göre, onları ayrı ayrı o vakitlerde kılmak daha faziletlidir. Ancak birlikte kılmanın da hiçbir mahzuru yoktur. Bu da biz Ehl-i Beyt dostlarının görüşlerinin aynısıdır. O halde bir Müslüman’ı böyle bir uygulama yapıyor diye kınamak ve ona “senin namazın olmadı, sen İslam’ın hükmünü çiğnedin gibi itiraz etmek” çok yersiz ve abes bir itirazdır.
Biz, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) herhangi bir mazeret olmaksızın mukim halinde bu namazları birlikte kıldığını söyledik, ama bu hususu açıklayan hadislerden örnekler vermedik, şimdi bu hadislerden bazılarına işaret etmek istiyorum. Ancak Ehl-i Beyt kaynaklarında yer alan bu hususu açıklayan hadisler, Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz için bağlayıcı olmayacağından, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kendi temel kaynaklarında yer alan bu hadislerin bazısına işaret edeceğim. Ehl-i Sünnet’in Hambeli mezhebinin kurucusu Ahmet b. Hanbel “el-Müsned” adlı hadis kitabının 1828 numaralı hadisinde İbn-i Abbas’tan naklen diyor ki: “Resulullah (s.a.a) Medine’de mukim (ikamet eden) olup seferi olmadığı halde yedi rekatı ve sekiz rekatı birlikte kıldı” Maliki mezhebinin kurucusu olan İmam Malik de el-Muvatta adlı hadis kitabının 300 numaralı hadisinde İbn-i Abbas’tan naklen diyor ki: “Hz. Resulullah (s.a.a) bir korku ve sefer durumu olmaksızın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldı.”
Ayrıca bakınız; Sahih-i Buhari hadis no: 510, Sahih-i Müslim hadis no: 1146, 1153, Sahih-i Tirmizi hadis no: 172, Sahih-i Nesai hadis no: 597, 598, Sünen-i Ebu Davud hadis no: 1024, 1025, Müsned-i Ahmet hadis no: 2426 Yine Müslim kendi hadis kitabının 1147 numaralı hadisinde İbn-i Abbas’tan naklen diyor ki: “Hz. Resulullah (s.a.a) Medine’de bir yağmur veya korku söz konusu olmaksızın, öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kılardı. Ravi diyor; ben İbn-i Abbas’a “Neden böyle yapardı?” dedim. İbn-i Abbas: “Ümmetine zorluk çıkarmasın diye” cevabını verdi. Ayrıca bu hususta bakınız: Sahih-i Buhari 529 ve 1103 numaralı hadisleri, Sahih-i Nesai 585 ve 599 numaralı hadisleri, Sünen-i Ebu Davud 1027 numaralı hadisi, Müsned-i Ahmet b. Hanbel 1818, 1825, 3336, 2451, 2056, 3094, 2152, 3233 ve 3288 numaralı hadisleri Aziz kardeşim, hadis kitaplarına baktığımızda sahabenin bu sünneti sürekli olarak uyguladıklarını görmekteyiz. Bunun kanıtı Müslim’in kendi hadis kitabının 1154 numaralı ve Ahmet b. Hanbel’in kendi hadis kitabının 2156 numaralı hadislerinde naklettikleri şu olaydır: “Abdullah b. Şakik diyor: Bir gün İbn-i Abbas ikindi namazından sonra bize vaaz vermeğe başladı. Bu arada sözü uzattı. Öyle ki, güneş battı; gökyüzü karardı ve semada yıldızlar belirmeğe başladı. Bu arada insanlar -bir nakle göre de Beni Tamim kabilesinden bir kişi- ona: “Namaz, namaz” diye bağırmaya başladı. Bunun üzerine İbn-i Abbas sinirlenerek ona: “Bana sünneti mi öğreteceksin; -bir nakle göre de bana namazı mı öğreteceksin- ben Resulullah’ın öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm” dedi. Bir nakilde de “biz Resulullah’ın döneminde iki namazı birleştirerek kılardık” dediği geçmektedir. Bunun bir başka örneği de Buhari’nin ikindi namazının vakti bölümünde naklettiği şu olaydır. Buhari’nin 516 ve 988 numaralı hadislerinde, Nesai’nin 505 ve 506 numaralı hadislerinde ve Ahmet b. Hanbel’in 12762 numaralı hadisinde naklettiği olay şöyledir: “Eba Umame diyor ki; biz Ömer bin Abdulaziz ile birlikte öğle namazını kıldık; akabinde Enes bin Malik’in evine gittik ve onun namaz kıldığını gördük. Ben ona: “Ey amca bu ne namazıdır?” dedim. Enes: “Bu ikindi namazıdır. Bu Resulullah’la kıldığımız onun namazıdır” cevabını verdi.
Aziz kardeşim benzeri hadisleri daha da çoğaltmak mümkündür. Biz bu hadislerin tamamına burada yer verecek değiliz. Ancak bu hadislerden anlaşıldı ki, öğleyle ikindi namazını ve akşamla yatsı namazını birlikte kılmak bizzat Hz. Resulullah’ın (s.a.a) uygulamış olduğu onun bir sünnetidir. O halde bir kimseyi Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bu sünnetine uymaktan dolayı kınamak olur mu? Aslında Hz. Resulullah (s.a.a), bu sünneti, İbn-i Abbas’ın hadisinde de geçtiği üzere, ümmetine bir kolaylık olsun diye koymuştur. Hatta hadislerden Hz. Resululah’ın (s.a.a) bunu, öyle istisnai olarak değil, sürekli olarak yaptığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadislerin birçoğunda süreklilik anlamını ifade eden “Muzari” kipi kullanılmış ve “Hz. Resulullah (s.a.a) böyle yapardı” tabiri kullanılmıştır. Bu durumda bu sünnete uymak her Müslüman’ın en doğal hakkıdır. Hiçbir kimse, kraldan daha kral kesilerek Allah ve Resulü’nün koymuş olduğu bir kolaylığa karşı çıkma hakkı yoktur. Özellikle de içinde bulunduğumuz bu asırda Hz. Resulullah’ın (s.a.a) koymuş olduğu bu kolaylığın ne kadar elzem olduğu daha belirgin olarak önümüze çıkmaktadır. Çünkü biliyoruz ki, birçok Müslüman ve dindar insan sırf bu zorlamalar yüzünden Allah’ın farizasını yerine getiremiyor veya birçok vakitte onu ihmal etmek zorunda kalıyor. Birçok insan memurluk ve benzeri görevlerde bulunduklarından dolayı hem öğle, hem de ikindi vakti namaz kılma imkânına sahip olamıyor; bundan dolayı da namazı kökten terk ediyor. Oysa eğer biz Allah ve Resulü’nün tanımış olduğu bu kolaylığı onlardan esirgemeseydik, belki de namaz kılanların oranı şimdikinin birkaç katı daha artabilirdi.
gaziantep escort,mersin escort,gaziantep escort,seks hikayeleri
yatırımsız deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2024
tesettürlü escort ,fatih escort ,türbanlı escort ,travesti escort ,taksim escort ,beylikdüzü escort ,çapa escort