Şevkin Anlam Ağı
Genel olarak şevkin taalluk ettiği veya iyi/arzulanan şeyler iki türlüdür:
1- Herkesin arzuladığı şeyler; örneğin sevdiğine kavuşma arzusu veya hedefine ulaşma arzusu. Bu tür arzular kimse için şaşırtıcı değildir.
2- Herkes tarafından kişisel (veya karakter-bilgisel) bazlı nedenlerden dolayı arzulanmayan şeyler; her ne kadar yaygın ve aslında amaçlanan veya arzulanan bir şey olmasa da bu tür bir isteğin (arzunun) nedeni, bilgi kaynaklı farklı ve daha kapsamlı bir dünya görüşü olabilir. Örneğin İmam’ın açıklamasında ölüm arzusu, bir çocuğun annesinin memesine olan isteğine (arzusuna) benzetilir.
Ölüme duyulan istek, dünyayı ve onun gereçlerini tanıyan, dünyadan sonraki aşamayı tam anlamıyla kavrayan, onun güzelliklerini bilen ve ölümle dünyanın güzelliklerinden farklı olan güzelliklere ebediyen nail olan birinin bakış açısından farklıdır.
Bu nedenle anlam bakımından şevk, bilgi ile aynı eksen üzerinde yer alır ve bu eksen metindeki kelimelerin arka planında belirgindir.
İmam, şevki ilişkilendireceği konuya dair bir giriş yapar, ön bilgi verir ve ölüme duyulan arzunun nedenini bilgi (bilinç) olarak görür.
İmam’ın kelime seçimi ve içerik ifade etme yöntemi şöyledir: Öncelikle inancının nedenlerini açıklar ve ardından kendi inanç mesajına odaklanır. İmam, ölüme karşı istekliyse, bunun birkaç öncül nedeni vardır:
1- Dünyanın oluşumuna ve özelliklerine dair bilgi
2- Ahiretin başlangıcı ve nasıl olduğu konusundaki bilgi
3- Doğru ve salih amellerin yapılması ve bunlara güvenilmesi.
Bu üç ön kabul (varsayım), İmam’ın ölüme karşı istek duymasına neden olmuştur; ancak bu, ölümün herkes için mutluluğa neden olmadığı gerçeğini değiştirmez.
Her bir ön kabul, kendisiyle birlikte bir sonraki ön kabulü destekler ve güçlendirir.
Azığı ve birikimi salih amel olan birisi için ebedi ahiret hayatı geçici dünyevi hayata tercih edilir ve bundan dolayı ölüme karşı olan istek artar. Kur’an’da da bu kavram, “reca” (ümit) kelimesiyle ifade edilir:
فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا
“…Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir kimseyi ortak koşmasın.” [1]
Bu ayette, Allah’a kavuşma arzusu sonucu olarak, böyle bir kişinin dünya hayatında salih ameller işlediği ve aslında salih ameller de onun azığı olduğu için ölüme istekli olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla sadece inancından ve amellerinden emin olan kişi ölüme istek duyar.
Öte yandan İmam’ın dünya ve ahirete karşı bakış açısı ve bu ikisine dair düşünce ve inanç sistemi, onu ölümü istemesine yol açmıştır. Bu düşünce sistemi, İmam’ın birçok sözünde görülüyor ve aslında Nehcü’l-Belâğa’nın temel ruhu bu sistem üzerine şekillenmiştir. İmam, 173. hutbede şöyle buyuruyor:
أَلَا وَ إِنَّ هَذِهِ الدُّنیَا... لَیسَت بِدَارِکُم وَ لَا مَنزِلِکُمُ الَّذِی خُلِقتُم لَهُ وَ لَا الَّذِی دُعِیتُم إِلَیهِ أَلَا وَ إِنَّهَا لَیسَت بِبَاقِیَةٍ لَکُم وَ لَا تَبقَونَ عَلَیهَا.
“Uyanık olun. Şüphesiz bu dünya … konaklamak için yaratıldığınız, davet edildiğiniz eviniz değildir. Bilin ki, dünya size bâki değildir, siz de orada ebedi kalacak değilsiniz.”
Nehcü’l-Belâğa’daki birçok sözde, “dünya sizin kalıcı yurdunuz değildir ve siz dünya için yaratılmadınız” inancı açıkça ifade edilmiştir. Bu nedenle İmam Ali (a.s), yaratılışın esas (asıl) amacını ahiret olarak görür:
إِنَّمَا خُلِقتَ لِلآخِرَةِ وَ لِلفَنَاءِ لَا لِلبَقَاءِ وَ لِلمَوتِ لَا لِلحَیَاة
“Dünya için değil, ahiret için yaratıldığını bil. Hayat için değil, ölüm için; beka için değil, yok olmak için var edildin.” [2]
Bu gerçeğe rağmen, çoğu çaba dünya için sarf edilir. Aslında dünya hayatına olan dalmışlığımız bize dünyanın rahmine düştüğümüzü ve bu dünyadan sonra (dünyanın ötesinde) yeniden doğacağımızı unutturmuştur.
Tıpkı rahimdeki bir cenin gibi dünya hayatının sonunun burası olduğunu düşünürüz. Ancak düşünmediğimiz tek şey, başka bir dünyada doğacağımızdır.
وَ لَسنَا لِلدُّنیَا خُلِقنَا وَ لَا بِالسَّعیِ فِیهَا أُمِرنَا
“Biz dünya için yaratılmadık ve dünya için çalışmakla da emrolunmadık.” [3]
İmam’ın bakış açısına göre, biz aslında ahiret için yaratıldık ve kaçan kişi için kurtuluş yolu bulunmamaktadır; istesek de istemesek de ölüm, bizi ahirete götürecektir. [4] İşte bu düşünce tarzı, “ölüme duyulan isteği” doğurur.
Bilgi, aslında isteği tetikleyen ve hatta onun öncülü olan bir nedendir. İmam Ali (a.s), 165. hutbede cennetin niteliklerini anlatarak, bu nitelikleri tanımanın, insanın ruhunun kesinlikle cennete doğru bir arzuyla uçmasına neden olacağını belirtiyor.
İmam, cennete duyulan bu özlemi ifade etmeden önce şöyle der: Eğer basiret gözüyle, cennetin senin için tasvir edilen özelliklerine bakarsan, dünya üzerinde bulunan her şeyden her ne kadar şaşırtıcı ve güzel olursa olsun vazgeçersin ve yaşamın güzelliklerinden (zevklerinden) ve manzaralarından uzaklaşırsın.
Ledünni ilim ışığında gerçekleşen bu cennet tanımları, kuşkusuz, cennete ulaşma arzusu ve onun için gerekli hazırlıkları beraberinde getirir. Bu ön hazırlıklar, cennete duyulan özlemle elde edilen sonuç arasında derin bir bağlantıya sahiptir. Öyle ki İmam, cennete duyulan özlemin bir sonucunu, şehvetlerden (dünyevi arzulardan) kaçınmak olarak belirtir.
فَمَنِ اشتَاقَ إِلَى الجَنَّةِ سَلَا عَنِ الشَّهَوَات
“Cennete özlem duyan biri dünyevi arzulardan (şehvetlerden) kaçınır.” [5]
Bu da cennete ulaşmanın yolunu kolaylaştırır. Dolayısıyla cennete duyulan özlem, birbirlerini etkileyen geniş bir kelime ağında bulunur ve her biri diğerini etkiler.
İlahi yakınlığa doğru adım atmanın ve O’nu tanımanın ilk aşaması bilgidir (marifettir). Bilgi ne kadar derinleşir ve artarsa, iman ve Allah’a olan yakınlık da o kadar tamamlanır.
Allah’a, güvenliğine ve kavuşmaya yönelik bilgi (marifet), ilgi ve özlem çoğalır ve kalp sürekli olarak sevgiliye bağlı kalır ve her zaman onu düşünür. [6]
Nehcü’l-Belâğa’da cennete olan şevk (özlem) iki hutbede dile getirilmiştir:
Biri, iki özel konumla Muttakin hutbesinde ve bir diğeri de 165. hutbede.
“Şevk” kelimesinin anlamı, ilim (marifet) ve ilgili kelimelerin önemi için bu iki hutbeyi inceliyoruz:
A) 193. hutbede, muttakilerin cennete olan özlemi (şevki) iki şekilde tanımlanır:
فَهُم وَالجَنَّةُ کَمَن قَد رَآهَا فَهُم فِیهَا مُنَعَّمُونَ
“Cennete oranla orayı görüp nimetler içinde yaşayan kimse gibidirler.”
فَإِذَا مَرُّوا بِآیَةٍ فِیهَا تَشوِیقٌ رَکَنُوا إِلَیهَا طَمَعًا وَ تَطَلَّعَت نُفُوسُهُم إِلَیهَا شَوقًا وَ ظَنُّوا أَنَّهَا نُصبَ أَعیُنِهِم.
“O sırada müjdeleyen bir ayet geçtiği zaman o sevabı elde etmeyi umarlar; şevkle ona yönelirler ve (mükâfatını) gözlerinin önünde zannederler.”
Birinci konumda muttakiler, cenneti gören kimse gibidirler. Dolayısıyla cenneti tasavvur ederek kendilerini orada nimetler içinde görürler.
İkinci konumda ise, ayetlerin delaleti ve Allah’ın cennetten haber vermesi onların bilgi edinmesini sağlar. Dolayısıyla cennete ve onun nimetlerine özlem duyarlar. Bu bilgi, onlara cennet nimetlerinin gözlerinin önünde olduğunu düşündürür.
Birinci durumda hâlleri cennet ve cehennemi gözleriyle gören kimselerin hâli gibidir. İkinci durumda da kalbî ve şuhudi bir bilgiyle cenneti gözleri önünde görürler. Birinci durumda yaratıcının azameti, ikinci durumda ise yaratıcının sözü ve fiili onlarda etki eder. Sonuç olarak gözlerinde yaratıcı büyük olduğundan, yaratıcıdan başka her şey onlara küçük ve önemsiz gelir.
İkinci durumda onların yaklaşımı (davranışları) Allah’ın kelamını duymaya veya okumaya göre şekillenir. Bu yüzden teşvik (müjde) içeren bir ayet geçtiği zaman, o sevabı elde etmeyi umarlar, şevkle ona yönelirler, (mükâfatını) gözlerinin önünde zannederler. Zan, ilim ve marifetin temellerinden biridir. Böyle bir ilim, şevk (özlem) uyandırır. İmam, muttakilerin kalbî marifetlerini onların Allah’ın ayetlerine olan doğrudan yaklaşımları olarak ifade eder. Böylece onların cennete olan şevklerini (özlemlerini), cennete uygun amellere yönelmelerini ve ateşe götüren amellerden kaçınmalarını, bilgi ve marifetlerinin bir sonucu olarak görür. Muttakilerin bilgisi, onların amelinde ortaya çıkar. Aynı etken onların ölüme özlem duymalarına da sebep olur; çünkü sevdiklerine ve arzu ettiklerine ulaşmanın tek yolunun dünyanın sonu olduğunu bilirler.
B) 165. hutbe, cennete duyulan özlemdeki temel aşamaları ele alır. İmam, cennete duyulan özlemi yerine oturtmak için kelime ve çeşitli anlam ağı oluşturur:
فَلَو شَغَلتَ قَلبَکَ اَیُّهَا المُستَمِع بِالوُصُولِ إِلَى مَا یَهجُمُ عَلَیکَ مِن تِلکَ المَنَاظِرِ المُونِقَةِ لَزَهِقَت نَفسُکَ شَوقًا إِلَیهَا وَ لَتَحَمَّلتَ مِن مَجلِسِی هَذَا إِلَى مُجَاوَرَةِ أَهلِ القُبُورِ استِعجَالًا بِهَا جَعَلَنَا اللَّهُ وَ إِیَّاکُم مِمَّن یَسعَى بِقَلبِهِ إِلَى مَنَازِلِ الأَبرَارِ بِرَحمَتِهِ.
“Ey dinleyici! Cennetteki bu ilginç manzaralara yönelecek olursan, ruhun onu seyretmekten zevk alır. Şu anda onlara bir an önce ulaşmak için bu meclisten süratle kabir ehline komşu olmaya gidersin. Allah-u Teâlâ rahmetiyle bizi ve sizleri o iyilerin menzillerine ulaşmak için kalpten çalışanlardan kılsın.”
“Şevk” kelimesinin eş sözcüklerinin bu bölümde kullanılmasından bazı noktalar elde edilir:
1- Eğer cennetin güzel manzaralarına dair kalbî marifet oluşursa, insanın nefsi kesinlikle ve kesinlikle ona doğru büyük bir şevkle kanatlanacaktır. (Yönelecek olursan, ruhun onu seyretmekten zevk alır)
2- Bu bilgi, ölüm arzusunun o kadar artmasına neden olur ki, kişi ölümü karşılamak için acele eder: (Bir an önce ulaşmak için)
3- Kalbî marifetin önemli etkilerinden biri de kalbî gayrettir (kalpten istemektir). (Allah-u Teâlâ rahmetiyle bizi ve sizleri o iyilerin menzillerine ulaşmak için kalpten çalışanlardan kılsın.)
Dine ve olguların hakikatlerine kalben inanmaya “basiret” denilmiştir. [7] Basiret, gözün görme gücü ve kalbin idrak etme kuvveti anlamına da gelir. [8] Basiret, her şeyin olduğu gibi görülmesini sağlayan delil ve kanıttır. [9] İmam Ali (a.s) Nehcü’l-Belâga’da [10] bir kişiyi basiret sahibi olarak nitelendirirken bazı özelliklere sahip olması gerektiğini belirtir. İmam, bu özellikleri şöyle sıralar:
Birincisi, basiret sahibi kişiler yüce ve keskin bir bakışa sahiptirler; bu dünyanın ötesinde başka bir âlemin de olduğunu bilirler.
İkincisi, kör kalplilerin aksine bu dünyada bir yolcu olduklarına inanırlar.
شَاخِصٌ فَالبَصِیرُ مِنهَا شَاخِصٌ وَ الأَعمَى إِلَیهَا
“Bu yüzden basiretli kimse dünyadan yüz çevirir ve kör ise, ona yönelir.”
“Şuhûs-i Basar” bir şeye dikkatlice odaklanmak anlamına gelir. [11] Yani gözün bir şeye dalıp kalmasıdır. Bu, gözün başka bir şeye yönelmesine izin vermeyen tam bir dikkat durumudur. [12] Tıpkı ayette olduğu gibi:
وَ اقتَرَبَ الوَعدُ الحَقُّ فَإِذا هِیَ شاخِصَةٌ أَبصارُ الَّذِینَ کَفَرُوا
“…ve hak vaadin yaklaştığı zamana kadar (bu böyle devam eder). Derken birden küfre düşenlerin gözleri donakalır.” [13]
Bu ifade de aynı anlama gelmektedir.
“Şuhûs-i Basar”ın ikinci anlamı, “gitmek” demektir. “Şâhis” ise, bir yerden başka bir yere giden kişi, yani “yolcu” anlamına gelir. İmam Ali’nin (a.s) sözlerinde her iki anlam da kastedilmiştir. İlk “şâhis” seyahat eden (yolcu) anlamına gelirken, ikinci “şâhis” ise bir şeye dalıp kalmak ve başka bir şeye yönelmemek anlamına gelir. [14]
Basiret sahibi kişinin üçüncü özelliği, dünyadan azık ve erzak toplamasıdır; ancak kör kişi, azığını dünya için hazırlar:
وَ البَصِیرُ مِنهَا مُتَزَوِّدٌ وَ الأَعمَى لَهَا مُتَزَوِّدٌ
İmam (a.s), basiret kavramını 62. Mektupta da “şevk” kelimesinin arkadaşı olarak ele alır:
إِنِّی وَ اللَّهِ لَو لَقِیتُهُم وَاحِدًا ... أَنَا عَلَیهِ لَعَلَى بَصِیرَةٍ مِن نَفسِی وَ یَقِینٍ مِن رَبِّی وَ إِنِّی إِلَى لِقَاءِ اللَّهِ لَمُشتَاق ٌ وَ حُسنِ ثَوَابِهِ لَمُنتَظِرٌ رَاج.
“Allah’a yemin olsun, tek başıma düşman ordusuyla karşılaşsam, onlar da bütün yeryüzünü kaplamış olsalar yine korkmam. Zira ben onların daldıkları sapıklığı ve süslendiğim hidayeti çok iyi biliyorum, Rabbimden yakin ile birlikteyim. Ben Allah’a kavuşmayı özlüyor, onun güzel karşılığını ümit ediyor ve bekliyorum.”
İmam’ın düşmanın büyük ordusundan korkmamasının iki nedeni vardır: 1- Bilgi ve yakin. 2- Rab ile buluşmaya duyulan ilgi ve bağlılık ile O’nun mükafatına olan umut.
Bu iki unsur, örtük iki kıyas olarak kabul edilir. Bu kıyasın büyük önermeleri şöyledir: Böyle olan kimse, düşmanın kalabalık ordusundan korkmamalıdır. Aslında Allah’ı görme özlemi basireti artırır.
Rağbet ve şevk, eş anlamlı değildir; ancak bazen birbirlerinin yerine kullanılırlar. [15] “Rağbet” kelimesinin kökü zıt anlamlar taşır; anlamı edatına göre iki zıt anlama dönüşür. Rağbetin asıl anlamı, bir şeyde bolluk ve genişliktir; ancak “şevk”, istenen bir şeye karşı şiddetli arzu anlamına gelir. Şevk, yalnızca istenen, sevilen ve kalıcı olan şeye karşı duyulur; fakat rağbet böyle değildir. Hatta bazen bir şeyi terk etmek şeklinde de yorumlanır. Nitekim zühdün anlamında denildiği gibi:
«ما یقابل الرغبه:ای المیل الشدید و الرغبه الی الترک»
Bir işi bırakmaya yönelik istek, “zühd” olarak adlandırılırken, “şevk” genellikle bir işi yapmak veya bir amaca ulaşmakla bağdaştırılır. Tıpkı Hz. Şuayb hakkında belirtildiği gibi:
وَ رُوِیَ أَنَّ شعیب (شُعَیبًا) بَکَى حَتَّى عَمِیَ فَرَدَّ اللَّهُ عَلَیهِ بَصَرَهُ ثُمَّ بَکَى حَتَّى عَمِیَ فَرَدَّ اللَّهُ عَلَیهِ بَصَرَهُ ثُمَّ بَکَى حَتَّى عَمِیَ فَرَدَّ اللَّهُ عَلَیهِ بَصَرَهُ فَأَوحَى اللَّهُ إِلَیهِ یَا شُعَیبُ إِن کَانَ هَذَا البُکَاءُ لِأَجلِ الجَنَّةِ فَقَد أَبَحتُهَا لَکَ وَ إِن کَانَ مِن أَجلِ النَّارِ فَقَد حَرَّمتُهَا عَلَیکَ فَقَالَ لَا بَل شَوقا إِلَیکَ.
“Rivayet edilir ki Hz. Şuayb gözleri ama (kör) oluncaya dek ağladı. Allah gözlerini ona geri verdi. Sonra tekrar gözleri ama oluncaya dek ağladı. Allah yine de gözlerini ona geri verdi. Ardından Allah ona şöyle vahyetti: Bu ağlama cennet içinse, onu sana mubah kıldım. Ateşten dolayı ise, onu sana haram kıldım. Bunun üzerine Şuayb şöyle arzetti: Sana şevkten dolayıdır.” [16]
Açıklanan bilgiler ışığında, şevk ile rağbetin birbirinin yerine kullanılması, sadece rağbetin “fi” veya “ila” edatları ile birlikte kullanılması durumunda mümkündür. Nitekim İmam, takva örneğini tanımlarken [17] şöyle buyurur: و رَغِبَ فی طلبٍ
4- Sa’y ve Çaba
Şevkin gereklerinden biri ve aslında şevkin taalluk ettiği şeye ulaşmanın esaslarından biri, dış dünyada da kendini gösteren kalbî çaba ve gayrettir.
İmam, 186. Hutbede cennetin manzaralarını, güzelliklerini ve özel nimetlerini tasvir edip cennete olan özlemini dua şeklinde ifade ettikten sonra şöyle buyurur:
جَعَلَنَا اللَّهُ وَ إِیَّاکُم مِمَّن یَسعَى بِقَلبِهِ إِلَى مَنَازِلِ الأَبرَارِ بِرَحمَتِهِ.
“Allah-u Teâlâ bizi ve sizleri o iyilerin menzillerine ulaşmak için kalpten çalışanlardan kılsın.”
İlk olarak, şevki nefsin/kalbin tezahürlerinden biri olarak tanımlar ve şevkin devam etmesinin sonucunu, iyi insanların (ebrâr) derecelerine ulaşmak için kalbî çaba olarak tanımlar. Bu nedenle, hem “شوقاً إلیها” ve hem de “مِمَّن یَسعَى بِقَلبِهِ إِلَى مَنَازِلِ الأَبرَارِ” ifadelerinde hareket ve çaba vurgulanır. Öyle ki şevkin anlam sisteminde, özellikle Nehcü’l-Belâğa’da ve diğer metinlerde, “ilâ” edatı bu kelimenin ayrılmaz bir parçasıdır. Aslında (temelde) şevk kavramı, “ilâ” olmadan kullanılmaz. Bu da şevkin istenen şeye doğru bir hareketi ifade ettiğini gösterir.
İmam Ali’ye (a.s) göre, cennet ve cehennemi önünde gören birinin sürekli gayret içinde olduğu ve başarılı olduğu açık bir kuraldır:
شُغِلَ مَنِ الجَنَّةُ وَ النَّارُ أَمَامَهُ سَاعٍ سَرِیعٌ نَجَا
Şevkin çabayla birlikte olması, bizi şevkin kalıcı bir özellik olduğu sonucuna götürebilir. Ancak tarikat ehlinin anlayışında bazen şevk, ariflerin durumlarından bir hâl olarak anılırken, bazen de onun makam olduğuna atıfta bulunulur.
Şevkin bir hâl olduğuna inananlar, onu kısa süreli bir hâl olarak tanımlarlar. Buna karşılık, şevkin bir makam olduğuna inananlar, şevki sürekli ve yok olmayan bir özellik olarak tanımlarlar.
İman, Kur’an ve Nehcü’l-Belâğa’daki anlam ağı içinde en önemli anahtar kelime olarak kabul edilir ve birçok kavramsal alan oluşturur.
Nehcü’l-Belâğa’da, “şevk” kelimesini bu anahtar kelimeyle ilişkilendiren şey, Emîrü’l-Müminin Ali’nin (a.s) 31. Hikmetli sözüdür.
İmam Ali’ye (a.s) iman hakkında soru sorulduğunda, o iman için birçok kavramsal alan tanımlamıştır; her ne kadar Seyyid Razî, İmam’ın tanımının tüm kavramsal alanlarını açıklamamış olsa bile.
وَ سُئِلَ (علیه السلام)عَنِ الإِیمَانِ، فَقَالَ: الإِیمَانُ عَلَى اَربَعِ دَعَائِمَ: عَلَى الصَّبرِ وَ الیَقِینِ وَ العَدلِ وَ الجِهَادِ. وَالصَّبرُ مِنهَا عَلَى أَربَعِ شُعَبٍ: عَلَى الشَّوقِ وَالشَّفَقِ وَالزُّهدِ وَالتَّرَقُّبِ، فَمَنِ اشتَاقَ إِلَى الجَنَّةِ سَلَا عَنِ الشَّهَوَاتِ وَمَن أَشفَقَ مِنَ النَّارِ اجتَنَبَ المُحَرَّمَاتِ وَ مَن زَهِدَ فِی الدُّنیَا استَهَانَ بِالمُصِیبَاتِ وَمَنِ ارتَقَبَ المَوتَ سَارَعَ إِلَى الخَیرَاتِ...
“İman hakkında sorduklarında şöyle buyurdu: "İman, dört esas üzerinde durur: Sabır, yakin, adalet ve cihat.
Sabır da dört çeşit üzeredir: Şevk, korku, züht ve bekleyiş. Cennete şevk duyan, şehvetlerden uzak durur; cehennemden korkan, haramlardan sakınır; dünyada zahit olan, musibetleri hafif görür; ölümü bekleyen, hayırlı işlere koşar…”
İmam, bu sözlerinde öncelikle iman için dört temel varsaymakta ve sonra her temel için dallar belirlemektedir. İmanın ilk temeli sabır olarak tanıtılmıştır ki sabır makamına ulaşmak şevke ihtiyaç duyar ve şevkin (cennete) sonucu ise, şehvetlerden uzak durmak olarak adlandırılmıştır. Bu nedenle sabır makamına ulaşmak, cennete olan şevk ile mümkün olur. Dolayısıyla şevk, kalpten gelen inanç (iman) ile birlikte hareket eder. Ahirete olan kalbî inanç, şevk ve korkuyu doğurur. Böylece cennete ulaşma şevki, şehvetlerden uzak durmayı sonuç verir.
Aşağıdaki sıralama, imanın temel unsurlarını ve şevkin anlam sistemindeki yerini göstermektedir:
İman: a)-Sabır, b)-Yakin, c)-Adalet, d)-Cihat.
a)-Sabır:
1-Şevk: Şehvetlerden Uzak Durmak
2-Korku: Haramlardan Sakınmak
3-Züht: Musibetleri Hafif Görmek
4-Bekleyiş: Hayırlı İşlere Koşmak
Sıralamada gösterilen sonuçların yanı sıra, iman anlam ağı içinde bilgi (ilim) ve amel (salih amel) de önemli rol oynar. Temelde, dinlerde iman ve bilgi (ilim) arasındaki ilişki sorgulanır. İmam Ali’nin (a.s) bu konudaki cevabı, kelimenin anlamını kavrama alanında bilgiyi imana bir ön hazırlık olarak görür ve iman, bilgiden üstün olarak tanıtılır. Bu görüşün karşısında, Hristiyan öğretilerinden etkilenen ve iman ile bilginin birbirinden ayrıldığını savunan bir görüş vardır. [18]
Bu görüşe göre, kavramsal ve olgusal olarak bu iki kavram birbirine karışmaz. Bazıları da iman ile bilginin eşit olduğunu savunmuşlardır. [19]
İmam Ali’ye (a.s) göre iman, bilgi (marifet) ile aynı şey ya da onunla çelişen bir kavram değildir; aksine onun öncüsüdür. İman ve bilginin eşit olduğunu varsaysak bile, kâfir ve münafıkların da bilgiye sahip olduklarını, ancak bu bilgiye uygun hareket etmediklerini görürüz.
İmam Ali’nin (a.s) bakış açısına göre, iman sadece bir inanç değildir. Bu inanç, eğer uzuvlarda ve davranışlarda (amel) kendini gösterirse, iman olarak adlandırılır. Bu nedenle Nehcü’l-Belâga’da ve hatta Kur’an-ı Kerim’de, imanın daima salih amel ile birlikte olduğu görülür. Salih amel de mutlaka davranışlarda kendini gösterir. Nehcü’l-Belâğa’da Peygamber Efendimizin (s.a.a) dilinden bu konu şöyle ifade edilmiştir:
“Hiçbir kulun imanı, kalbi hak yolunda sebat etmedikçe tamamlanmaz ve kalbi, dili doğru yolda olmadıkça istikamet bulamaz.”
…
-------------
[1]- Kehf, 110.
[2]- Nehcü’l-Belâğa, 31. Mektup.
[3]- Nehcü’l-Belâğa, 55. Mektup.
[4]- Nehcü’l-Belâğa, 31. Mektup.
[5]- Nehcü’l-Belâğa, 131. Hikmet.
[6]- Mustafavi, s. 435, 1360 hş.
[7]- Ferahidî, 7/117, 1383 hş.
[8]- Ragıb İsfahanî, 1/275, 1412 hk.
[9]- Tabersî, 4/534, 1372 hş.
[10]- Nehcü’l-Belâga, 133. Hutbe.
[11]- Ragıb İsfahanî, 1/447, 1412 hk.
[12]- Tabatabaî, 14/327.
[13]- Enbiyâ, 97.
[14]- İbn Ebi’l-Hadîd, 8/276, 1404 hk.
[15]- Mustafavi, 2/86, 1368 hş.
[16]- Cafer b. Muhammed, 1/172, 1395 hk.
[17]- Nehcü’l-Belâğa, 83. Hutbe.
[18]- Melikiyan, 31-35, 1379 hş.
[19]- Mustafavî, 98, 1360 hş.
gaziantep escort,mersin escort,gaziantep escort,seks hikayeleri
yatırımsız deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2024
tesettürlü escort ,fatih escort ,türbanlı escort ,travesti escort ,taksim escort ,beylikdüzü escort ,çapa escort