Bugun...



Nehcü’l-Belâğa’da Fitnenin Çeşitli Boyutları - 2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 06-10-2025 15:23

Nehcü’l-Belâğa’da Fitnenin Çeşitli Boyutları - 2

Dünya Sevgisi ve Hevâperestlik

Dini toplumlarda fitnenin ortaya çıkmasına sebep olan unsurlardan biri, fitne çıkaranların ve fitne yandaşlarının dünya sevgisi ve hevâperestliğidir. Gerçekte, bazı kimseler dünyevî menfaat ve makam elde etmek yahut kendi arzularını tatmin etmek için fitne çıkarmaktadır. İmam Ali (a.s), meşhur Şıkşıkiye hutbesinde açıkça, Nakisîn (Cemel Ehli), Kâsıtîn (Muaviye ve Benî Ümeyye) ve Mârikîn (Haricîler) fitnelerinin kaynağını onların dünya sevgisinde görmektedir. O, “İşte o ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde üstünlük taslamayan ve fesat çıkarmayanlar için kıldık” [1] ayetine işaret ederek, cennetin yeryüzünde üstünlük ve fesat arzulamayanlara mahsus olduğunu belirtmiş; dönemin fitne çıkarıcılarını şu ifadeyle tasvir etmiştir:

“Dünya onların gözünde süslü göründü ve ziyneti gözlerini kamaştırdı.” [2]

 

İmam Ali (a.s), Sıffîn fitnesi ve hakemlik olayından sonra irat ettiği Nehcü’l-Belâğa’nın 50. hutbesinde fitnelerin başlangıcını hevâperestliğe veya nefsin arzularına tapınmaya bağlamıştır. [3]  

Dünya sevgisi, fitne taraftarlarının bilerek hakikati görmezden gelmelerine ve dünyevî hedeflerine ulaşabilmek için gözlerini gerçeklere kapatmalarına sebep olur. Muğeyre b. Şu’be, İslam tarihinin uyanık şahsiyetlerinden biri kabul edilmiştir. Onun kurnazlık ve siyasî hilede Muaviye ve Amr b. Âs ile aynı derecede olduğu rivayet edilir. O, Emirü’l-Müminin Ali (a.s) döneminde ne onun safına katılmış ve ne de Muaviye cephesine dâhil olmuştur. Ancak İmam Ali’nin (a.s) şehadetinden sonra ortamı Muaviye’ye katılmaya uygun bulmuş ve onun valilerinden biri olmuştur. Birgün Muğeyre ile Ammâr arasında bir konu hakkında tartışma yaşanmıştı. İmam Ali (a.s) bu duruma şahit olduğunda Ammâr’ı bundan alıkoyarak Muğeyre’nin şahsiyetini şöyle nitelendirmiştir:

“Muğeyre’yi bırak; zira o, dinden kendisini dünyaya yaklaştıracak kadarını almış, hakikatleri bilerek gizlemiş ve şüpheleri, sapmalarına mazeret edinmiştir.” [4]  

 

Hakikatte İmam (a.s), dünya sevgisini, farklı dönemlerde çeşitli insanları hakikati görmezden gelmeye ve fitne saflarına düşmeye sürükleyen bir tuzak olarak değerlendirmektedir.

 

Şüphe ve Cehalet

Fitne hareketi, hak ile bâtılı birbirine karıştırarak, din ve insanî değerler görüntüsü altında aldatıcı bir sahte görünüm sergileyerek insanların zihinlerinde şüphe ve tereddüt oluşturur. Bu şüphe ve tereddütlerden kendi cephesini güçlendirmek ve hak cephesini zayıflatmak için yararlanır. İmam Ali (a.s), sözlerinde bu fitne yöntemine dikkat çekmiş; fitnenin, yakînin ortadan kalkmasına sebep olduğunu [5] ve zihinlerde şüphe ve tereddüt meydana getirdiğini belirtmiştir. [6] Ona göre bu süreçte, dini toplumun bazı fertleri elenmekte, hak cephesinden koparak bâtıl cephesine katılmaktadır. [7]

 

Ancak fitne hareketi, şüphe uyandırmak ve nihayetinde süslü bir görünümle ortaya koyduğu bâtılı kabul ettirmek için, toplumun cehaletine ve bilinçsizlik içinde olmasına ihtiyaç duyar. Bu sebeple fitne çıkaranlar, cehaleti ve bilgisizliği yaymaya, toplumun sosyal ve siyasal meselelerine yüzeysel bakışı hâkim kılmaya çalışırlar. Böylece hak ile bâtılı ayırmaya yarayan sahih ölçütler göz ardı edilir ve her bâtıl kendisini hak suretinde gösterebilir.

 

İmam Ali (a.s), fitne hareketini hikmet, bilgi ve aklî muhakemenin zayıflamasına yol açan bir süreç olarak değerlendirmiştir. [8] Ona göre fitne dönemlerinde, cahiller, zayıf akıllılar ve sefih düşünceler, “okçunun hedefi, yiyenin lokması ve avcının avı” hâline gelmektedir. [9] 

 

Zulüm ve Ahlâkî Bozukluk

İmam Ali’nin (a.s) fitne hareketi ve fitne çıkaranlar için zikrettiği özelliklerden biri de onların zulümkâr tutumları ve düşük, yozlaşmış ahlâkî nitelikleridir. Fitne hareketinin zalimane yapısı, dünyevî amaçlara ulaşmak için masum insanların kanını dökmekten dahi çekinmez.

 

İmam Ali (a.s.), hicrî 36 yılında Cemel Savaşı sonrasında Basra Ulu Camii’nde irat ettiği hutbesinde, Nakisîn’in (Cemel ehli) ve onlara destek veren Basralıların ayırt edici özelliklerinden birinin “alçak ahlâkları” olduğunu belirtmiştir. [10] Başka bir yerde onları “azgın ve zalim bir topluluk” olarak nitelendirmiş; kalplerinin “öfke ve kin” ile dolu olduğunu ifade etmiştir. [11] 

 

İmam (a.s), fitnenin zulümkâr, kan dökücü ve vahşi doğasını şu ifadelerle dile getirmektedir:

“Fitneler öyle yıkıcıdır ki, sağlamlar hastalanır, yerleşikler göç etmek zorunda kalır; ortada kanı haksız yere dökülen mazlumlar vardır… Fitne çıkaranlar, yaban eşekleri gibi birbirlerini ısırırlar… [Fitneler sırasında] zalimler söz alır, göçebeleri ezer, zulüm atlarına binerek onların göğüslerini çiğnerler.” [12] 

 

İmam Ali (a.s), fitne ehlinin zulüm anlayışını o kadar derin görmektedir ki, onların birbirlerine dahi merhamet etmeyeceklerini, fırsatını bulduklarında birbirlerini dahi yok edeceklerini ifade etmektedir.

 

Bahane Üretme

Fitne hareketinin özelliklerinden biri de, kendi fitneci tutumlarını meşrulaştırmak amacıyla bahaneler üretmeleridir. Fitne çıkaranlar, dinî toplumun genel kabulüne mazhar olmuş doğru ve meşru ilkeleri kalkan edinerek, bunları kendi çıkarlarına alet eder ve bu sayede halktan destek toplamaya çalışırlar.

 

Nitekim Emirü’l-Müminin Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde de çeşitli fitneler, farklı bahaneler öne sürülerek onunla mücadeleye girişmiştir. İmam (a.s), onlarla silahlı mücadeleye girişmeden önce bu bahaneleri cevaplamış, böylece hücceti tamamlamış ve kimi sapmışları hak yoluna döndürmeyi hedeflemiştir.

Bu dönemde fitne ehlinin başlıca dayanaklarından biri, Osman’ın kanının kısas edilmesi ve onun kanının intikamını İmam Ali’den (a.s) almak iddiasıydı. Oysa tarihî deliller, İmam Ali’nin (a.s) kendi evlatlarını Osman’a yardım etmeleri için gönderdiğini ve Osman’ın öldürülmesine engel olmaya çalıştığını açıkça göstermektedir.

 

İmam Ali (a.s), Cemel Savaşı öncesinde irat ettiği hutbelerden birinde, Cemel taraftarlarının bu bahanelerine şu şekilde karşılık vermiştir:

“Bilin ki şeytan, taraftarlarını seferber etmiş ve ordusunu her taraftan toplamıştır; ta ki zulmü yeniden yerine oturtsun, bâtılı yeniden hâkim kılsın. Allah’a yemin ederim, Nakisîn benden hiçbir günah bulmuş değiller ve benimle aralarında insaflı davranmadılar. Onlar, kendilerinin terk ettiği bir hakkı talep ediyor ve yine kendilerinin döktüğü bir kanın intikamını benden istiyorlar. Eğer ben onların ortağı idiysem, onlar da bu kan dökümünde ortaktırlar; yok eğer yalnızca kendileri Osman’ın kanını döktülerse, o zaman ceza yalnızca onlara aittir. Onların en güçlü delili, aslında kendi aleyhlerinedir. Kurumuş bir memeden süt sağmak istiyorlar; uzun zaman önce ölmüş bir bidati yeniden diriltmeye çalışıyorlar.” [13]

 

Tarih sayfaları da İmam Ali’nin (a.s) sözlerini teyit etmekte ve Talha ile Zübeyr’in, ayrıca bir yönüyle Muaviye’nin de Osman’ın öldürülmesinde payı bulunduğunu zikretmektedir. Onların “Osman’ın kanının intikamı” iddiası, tarihçiler tarafından yalnızca bir fitne gerekçesi olarak değerlendirilmiştir. [14]

Muaviye, Osman’ın kanını bahane ederek ve Hâricîler ise, hakemlik meselesini ve İmam Ali’nin (a.s) kâfir olduğu iddiasını ileri sürerek Emirü’l-Müminin’e (a.s) karşı çıkmışlardır. İmam Ali (a.s) ise, farklı hutbe ve mektuplarında bu bahanelere cevap vermiştir.

 

Fitne ve fitne çıkaranlar için zikredilen özellikler, aslında bütün fitnelerin ortak özellikleridir. Bunlar aynı zamanda, dinî ve İslâmî toplumlarda fitnenin ortaya çıkışı ve yayılmasının temel sebepleri arasında da değerlendirilmelidir. Bu özellikler ve sebepler öylesine tehlikelidir ki, Emirü’l-Müminin (a.s.)’ın ifadesiyle bir dönem Ehl-i Beyt’in bir ferdi olarak Selmân’a benzetilen Zübeyr gibi birini bir fitne önderine dönüştürebilmektedir. Nitekim İmam Ali (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Zübeyr, uğursuz oğlu Abdullah gençlik çağına erişinceye kadar daima biz Ehl-i Beyt’tendi.” [15]

Abdullah b. Zübeyr, dünyaperest ve ihtiraslı bir kişiliğe sahipti. Bu yönüyle babasını da dünyaya yöneltmiş ve aynı yoldan fitneye sürüklemiştir.

 

Devam Edecek…

 

-----------

[1]- Kasas, 83.

[2]- Nehcü’l-Belâğa, s. 46, Hutbe 3.

[3]- Nehcü’l-Belâğa, s. 102, Hutbe 50.

[4]- Nehcü’l-Belâğa, s. 726, Hikmetli Sözler 405.

[5]- Nehcü’l-Belâğa, s. 278, Hutbe 151.

[6]- Nehcü’l-Belâğa, s. 278, Hutbe 151.

[7]- Nehcü’l-Belâğa, s. 278, Hutbe 151.

[8]- Nehcü’l-Belâğa, s. 278, Hutbe 151.

[9]- Nehcü’l-Belâğa, s. 56, Hutbe 14.

[10]- Nehcü’l-Belâğa, s. 56, Hutbe 13.

[11]- Nehcü’l-Belâğa, s. 66, Hutbe 22.

[12]- Nehcü’l-Belâğa, s. 278, Hutbe 151.

[13]- Nehcü’l-Belâğa, Hutbe 22.

[14]- Tarihi Yâkûbî, c. 2, s. 175.

[15]- Nehcü’l-Belâğa, s. 736, Hikmetli Sözler 453.




Bu haber 1374 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI