Bugun...



Kur’an-ı Kerîm’de Rubûbiyyet Tevhidi - 2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 20-10-2025 17:07

Kur’an-ı Kerîm’de Rubûbiyyet Tevhidi - 2

Rivayetlerde Rubûbiyyet Tevhidi

Rubûbiyyet tevhidi, Masumlardan (a.s) nakledilen rivayetlerde ve dualarda da geniş bir biçimde yansımaktadır.

Örnek olarak Usûl-i Kâfî’nin ikinci cildinde nakledilen çeşitli dualarda şu ifadelerle karşılaşılmaktadır:

“Allah’ım! Yedi kat göklerin Rabbi ve yedi kat yerin Rabbi… Büyük Arş’ın Rabbi… Meş’ari’l-Harâm’ın Rabbi, Beledi’l-Harâm’ın Rabbi, helâlin ve haramın Rabbi… Hand Allah’a ki Sabahın Rabbidir… Meleklerin ve Rûh’un Rabbi… Mustaz‘afların Rabbi… Cebrâil, Mîkâîl ve İsrâfîl’in Rabbi, yüce Kur’ân’ın Rabbi ve peygamberlerin sonuncusu Muhammed’in Rabbi!” [1]

 

Bu tür ifadelerin bazıları Ehl-i Sünnet rivayetlerinde de zikredilmiştir. [2]

 

Dolayısıyla göklerin ve yerin, meleklerin ve peygamberlerin, zenginlerin ve mustaz‘afların, sabah ve akşamın, Kâbe ve Mekke’nin, büyük Arş’ın Rabbi, yalnızca Yüce ve Kudretli Allah’tır!

 

Aslında kâinatın işleyişindeki uyum ve evrende hâkim olan düzenin sürekliliği, tek bir idarecinin varlığına açık bir delildir. Bu sebeple İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s.) nakledilen bir hadiste, kendisine Rabbin birliği hakkında soru yönelten bir zındığa şöyle cevap verdiği rivayet edilmiştir:

“Yaratılışı düzenli, felekleri akıp giden, gece ile gündüzün, güneş ile ayın muntazaman birbirini takip ettiğini gördüğümüzde, ‘bu işlerin sağlamlığı, tedbirin mükemmelliği ve düzenin uyumu’ bizlere şunu göstermektedir ki bütün bunların yöneticisi ve Rabbi birdir.” [3]

 

Tevhit Yani Vasıtaların Kaldırılması!

Kur’an-ı Kerîm’in ayetleri dikkatle incelendiğinde Kur’an’ın, insanın aracılarda kaybolmamasına, doğrudan Allah’ın pak zatına yönelmesine, O’nunla konuşmasına, O’ndan istemesine, O’nun huzurunda secdeye kapanmasına, O’nun dergahında nimetlerine şükretmesine, bütün problemlerinin çözümünü O’ndan dilemesine, O’na aşkla bağlanmasına, kalbini yalnız O’na teslim etmesine ve O’ndan başkasına kulluk etmemesine vurgu yaptığı görülmektedir.

 

Fâtiha Sûresi’nde ve Kur’ân’ın başka sûrelerinde geçen “Rabbu’l-Âlemîn” ifadesi, bu hakikate işaret etmektedir. Namazın rükû ve secdelerinde tekrar edilen “Sübhâne Rabbiye’l-azîm” ve “Sübhâne Rabbiye’l-a‘lâ” zikirleri de aynı hakikati dile getirir: Bizim yalnızca yaratılışımız değil, varlığımızın devamı, terbiyemiz, olgunlaşmamız ve işlerimizin tedbiri de bütünüyle O’nun kudret elindedir.

Bunun gerekçesi de açıkça ortaya konulmuştur; zira “Hâlık” (yaratıcı) ile “Rab” (terbiye eden, yöneten) birbirinden ayrı düşünülemez. Eğer dikkatlice bakacak olursak, insanın her an yeniden bir yaratılışa sahip olduğunu görürüz ki, bütün bunlar yalnızca O’nun iradesiyle gerçekleşmektedir.

 

Kâinattaki bütün varlıklar muhtaç ve fakirdir; mutlak zenginlik ve her yönden ihtiyaçsızlık yalnızca O’na aittir. O, “Samed”dir; yani öyle bir Efendi ve yüce bir Zât ki, bütün ihtiyaç sahipleri yönlerini yalnızca O’na çevirirler.

 

Dinler tarihi göstermektedir ki insanlık, aracıların içinde kaybolduğu için ne büyük hurafelere düşmüştür. Kimi zaman kendi varlığından daha aşağı olan şeyleri mabud ve kaderinin sahibi kabul etmiştir. Bu çoklu tanrı ve rab anlayışı ise, ona daima bölünme, dağılma ve mutsuzluk getirmiştir. Fakat aracıların ortadan kaldırıldığı, mutlak olan rabbin yalnızca “Allah” olduğu bilindiği ve aklî delillerin de ortaya koyduğu üzere her şeyin O’na muhtaç olduğu kabul edildiğinde, nur, azamet, vahdet ve birlik kaynağına ulaşılmaktadır.

İşte bu sebepledir ki “Rab” sıfatı Kur’an ayetlerinde dokuz yüzden fazla tekrarlanmış ve hiçbir ilahî sıfat bu denli vurgulanmamıştır. Gerçekte İslam’ın tevhit anlayışının özü ve saflığı, her şeyden önce bu “tevhid-i rububiyet”te incelenmelidir.

 

“Tefvîz” de bir tür şirktir

Her ne kadar “tefvîz” (yetki devri) farklı anlamlara gelmiş ve bazı âlimler bunu yedi ayrı türde değerlendirmiş, bu konuda geniş tartışmalar yapılmışsa da, burada hatırlatılması gereken husus şudur: Müslümanlar arasında bir grup, Allah’ın Hz. Peygamber’i (s.a.a) ve masum İmamları (a.s) yarattığını, ardından da diğer bütün varlıkların yaratılış, rızık, ölüm ve hayat işlerini onlara bıraktığını iddia etmiştir.

 

Bu inanç hakkında en isabetli söz merhum Allâme Meclisî’nin Mir’âtü’l-Ukûl adlı eserinde yer almaktadır. Orada şöyle diyor: “Bu söz iki şekilde yorumlanabilir:

Birincisi, masumların bu işleri kendi güç ve iradeleriyle yaptıklarını ve bu işlerin gerçek faili olduklarını söylemek… Bu, apaçık bir küfürdür; aklî ve naklî deliller bunun batıl olduğunu açıkça göstermektedir. Bu inancı taşıyanların küfründe hiçbir akıllı kimse şüphe etmez!

İkincisi ise şudur: Allah, bu işleri onların iradesine eş zamanlı olarak yaratır; tıpkı ayın yarılması, ölülerin diriltilmesi ve diğer peygamber mucizelerinde olduğu gibi. Eğer onların kastı bu ise, bunda akla aykırı bir durum yoktur. Fakat Bihârü’l-Envâr’da zikrettiğimiz çok sayıda rivayet bu anlayışı –mucizeler dışında– zahiren hatta açıkça reddetmektedir.” [4]

Böylece ikinci ihtimal aklen imkânsız değildir; ancak naklî deliller onunla uyuşmamaktadır. Zira pek çok şey vardır ki akıl bakımından imkânsız değildir, fakat şer’an reddedilmiştir. Örneğin peygamberlerin veya imamların sayısının bundan daha fazla olması aklen mümkündür; ancak naklî deliller onların sayısını bizim bildiğimiz ölçüde belirlemiştir.

Üçüncü bir ihtimal daha vardır: Allah, peygamber ve imama öyle bir güç verir ki onlar Allah’ın izniyle ölüyü diriltebilir veya tedavisi mümkün olmayan bir hastayı iyileştirebilir. Hatta Kur’an-ı Kerîm’in Hz. İsa (a.s) hakkında ifade ettiği açıkça budur; masum imamlar hakkında da bunun mümkün olduğunda şüphe yoktur. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bu mesele yalnızca mucize ve kerametler çerçevesinde geçerlidir; göklerin ve yerin yaratılışı yahut kâinatın idaresi bağlamında değil. Çünkü Kur’an, yaratılışı, idareyi ve rububiyeti açık olarak yalnızca Allah’a has kılmaktadır.

 

Bununla birlikte insan-ı kâmilin yaratılışın asıl gayesi olduğu, masum imamların ise en yüce insan-ı kâmil oldukları dikkate alındığında, varlık âleminin onlar sebebiyle yaratıldığı veya diğer bir ifadeyle onların kâinatın gaye sebebi olduklarını söylemek mümkündür.

 

Bir Sorunun Cevabı: Melekler işleri tedbir edenler midir?

Kur’an-ı Kerîm, “işleri tedbir edenler”e ve düzenleyenlere yemin etmektedir:

“Ve (Allah’ın emriyle) işleri düzenleyenler adına andolsun.” [5]

 

Müfessirler arasında meşhur olan görüşe göre bunlar, kâinatın işlerini tedbir eden meleklerdir. Acaba bu durum tevhid-i rububiyet ile çelişmez mi?

 

Bu sorunun cevabı açıktır: Eğer meleklerin bağımsız bir etkileri olsaydı, bu durum tevhid-i rububiyet ile bağdaşmazdı. Ancak bilindiği üzere onlar yalnızca Allah’ın emirlerini uygulayan ve işleri O’nun irade ve meşietine bağlı olarak yerine getiren görevlilerdir. Tıpkı tabiat âlemindeki sebepler gibi, her biri Allah’ın emriyle kendi tesirini gösterir.

Birçok müfessir bu ayeti yorumlarken bu noktaya dikkat etmiş; Allah’ın “Rabbu’l-âlemîn” ve “Rabbu kulli şey’in” olması ile sebepler âleminin tesirleri veya meleklerin Allah’ın izniyle gerçekleştirdikleri tedbirler arasında hiçbir çelişki görmemişlerdir. Nitekim Kur’an, bütün varlıkların rızkını verenin yalnızca Allah olduğunu beyan etmektedir:

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” [6]

 

 Fakat başka bir yerde şöyle buyuruyor:

 “Çocuğu doğan (baba), emzirme süresince annenin yiyecek ve giyecek ihtiyacını örfe uygun bir şekilde karşılamakla yükümlüdür.” [7]

Açıktır ki “rızık verici” sıfatının baba için kullanılması, onun Allah için kullanılmasına aykırı değildir; biri zatında bağımsızdır ve diğeri ise, arızî ve bağımlıdır.

 

Yine Kur’an’da bal hakkında şöyle buyrulmuştur:

“Onda insanlar için şifa vardır”. [8]

 

Bununla birlikte şifa verenin yalnızca Allah olduğu gerçeği değişmez. Nitekim tevhit kahramanı Hz. İbrahim (a.s) şöyle buyuruyor:

“Hastalandığımda bana şifa veren O’dur.” [9]

 

Bütün bunlar sebep–sonuç zincirini ifade etmektedir. Yani bağımsız olmayan bir sebepten başlanarak Sebebü’l-Esbâb (Sebeplerin sebebi) ve İlletü’l-İlel (İlletlerin illeti) olan Allah’ın zatına ulaşılır; her sebep tesirini ancak O’na borçludur.

 

---------

[1]- Usûl-u Kâfi, c.2, s.514–585.

[2]- el-Mu‘cemü’l-Müfehres li-Elfâzi’l-Hadîsi’n-Nebevî, c.3, s.207.

[3]- Tevhîd-i Sadûk, s.244, bâb:36: “Bâbü’r-Red ‘ale’s-Senaviyye ve’z-Zenâdıka.”

[4]- Mir’âtü’l-Ukûl, c.3, s.143.

[5]- Nâziât, 5.

[6]- Hûd, 6.

[7]- Bakara, 233.

[8]- Nahl, 69.

[9]- Şuarâ, 80.




Bu haber 519 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI