Bugun...


Tevekkül Erol

facebook-paylas
İnsanın Asıl Vatanı!..
Tarih: 27-08-2019 17:40:00 Güncelleme: 27-08-2019 17:40:00


 

 

 

Yaratılan her insanın tek bir vatanı vardır. Ama her insan kendine farklı bir vatan oluşturmuştur. Kendi hakikatini tanıyan insan, “Allah’ı” tanır, sözü ışığında asıl vatanın Allah’a yakın olmak olduğunu bilir. Yani Allah’a yakın olan Mümin bir muvahhidin asıl vatanı Melekût âlemidir. Allah’tan uzak ve dünya hayatına kendini adamış bir insanın vatanı gurbettir. Nerede ve nasıl müreffeh ve şaşaalı bir hayat yaşarsa yaşasın o dünya da hep gurbette yaşamış gibi gariptir.

 

Normal şartlarda insan vatanından uzak bir yerde kalmasına gurbet denir. İnsan önce gurbeti, garibliği ve sonra da vatan nedir onu tanımalıdır. Vatansız bir insan asla tanınmaz.

 

Şimdi gerçek vatan nedir ve neredir? Çünkü insan yaşadığı dünyayı ve doğduğu yeri vatanı kabul eder, öyle bilip öyle yaşar, dolayısıyla eğer insan düşünerek evren de bir yer ve vatan bulmaya çalışıyorsa, bu evrenin dışında bir kâinatın olabileceği olasılığını da araştırmalıdır. Bu başka kainat dediğimiz vatan Allah’a yakın olan asıl vatandır. Bu kâinata yani Hakk’ın vatanına melekût âlemi denir. İnsanın asıl vatanı melekut alemidir. Bizim üzerinde yaşadığımız bu dünya mülk yani maddiyat dünyadır. Ama öteki manevi ve melekut alemidir. Bu dünya geçicidir. Ama melekut alemi kalıcı ve ebedidir. Melekût mülkün çoğuludur, mülk dünyası fani, melekût âlemi ise bakidir. Eğer yok olamak için yaratılmış bir dünya olabiliyorsa, ebedi ve kalıcı bir âleminde olması gayet tabii değil midir?

 

Ebedi, geçici bir nesneyle anlam bulur, biz geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği olan bir dünyada yaşıyoruz; dolayısıyla bu üç zaman dilimi geçici ve fanidir. Fani olan herşey eşyayı da kendisiyle beraber alıp götürmekte ve yok etmektedir. Ama melekut alemi ne geçmişi ve ne de geleceği vardır. Çünkü kalıcı ve ebedidir.  

 

Semavî inanca sahip tüm insanlar, Allah’ın varlığına inanıyor. Allah’a ne geçmiş ne de gelecek durum ile inanılıyor. Allah ihtiyacsız, güçlü, azametli ve tüm varlıklardan masiva bir varlıktır. İnsan belirli zaman ve tayin edilmiş mekân içinde yaşamaktadır. Tabiatta vuku bulan olayların zincirine vurulmuş, tutsaklık kafesinde çaresizce debeleyen varlıktır. İnsan! Gören, duyan, yiyen, içen ve bütün nimetler den bilgisi olan bir varlıktır.

 

Peki, maddi tutsakta, zincirle kapana kapanmış insan için en önemli şey nedir? Görmek, duymak, hazmetmek yoksa koklamak mı? Akıllı ve tefekkürlü insan için en önemli ve değerli olanı görmek ve duymak olmalıdır, çünkü Allah kendini duyan ve gören özelliğiyle kullarına tanıtıyor.

 

İnsan şahıs olarak tek, ama toplumsal yaşayan bir varlıktır. Dünyaya yalnız geldiği gibi öldüğünde de yalnız şahıs olarak dünyadan gider, toplumla beraber gitmiyor, gidiş şahsın kendisine has bir özelliktir.

 

Kur’an’dan büyük mucize yoktur; Hz. Musa’nın (as) asası bir ejderha, büyük bir yılanına dönüşüyordu, o yılanı öldürmek mümkün olabilirdi. Hz. İsa (as) ölüyü Allah’ın izniyle diriltip onu konuşturuyordu, dirilen ölü tekrar ölüyordu, ama mantıklı söz ölmez, sözün ne kendisi ölür ne de onu birileri öldürebilir. Kur’an sözdür, Hz. Resulüllah (saa) Kur’an’ın sözü, yani sözü söyleyenin dilidir. Sözü ne atom ne de başka bir silah yenilgiye uğratamaz. Atom ve silahı yapan ve yaptıran sözdür, Atom ve (kılıcı) silahı yaptıran zekâ ve düşünce, onu imha etmesini bilir. Dolayısıyla biz asıl vatana giden yola engel olacak heva ve heves silahını kalp sözüyle yok ederek engelleri kaldırmalıyız.

 

Çağımızda insan için yeni bir termoloji dili kullanılmaktadır. İnsan! Üreten ve üretgen bir hayvandır. İnsan zaten üretim ve üretgenlik gayesi üzere yaratılmıştır. Ama akıl sahibi düşünürlerin korkusu insanın “Asıl vatan olan melekût âlemine” ulaşmak için takva ve hakikat üretgenliğinin yerine farklı ve maddi üretgenlik metodu uygulayarak, asıl vatana giden yolun önüne engel oluşturmasıdır.

 

Asıl vatan melekût âlemine yakınlaşmak için öyle bir yol izlenmeli ki, o yolda hayvanî özellikler bir şey üretmeye müsaade etmemeli, insan hakikatının kendisi gerçek vatana gitme sebeplerinin tedarikini sağlamalıdır.

 

İnsan izzetli yaratılmıştır ve insanların izzeti farklıdır; bazı insan izzetini geliştirir ve bazı insan ise izzetini kaybeder. İnsan Allah’a olan inancına günah işleyerek zarar verirse, izzetini kaybeder ve alçak duruma düşer, asıl vatanı olan melekût âleminden yoksun ve garip bir hayat sürer, çünkü Rabbinden uzaklaşan kimse garip ve nefsin esaret prangasına vurulmuş bir tutsaktır.

 

Tutsaklığın en ağır ve acı tarafı Allah’tan uzak yaşamaktır, gerçek çaresizlik ve gariplik öz ve asıl vatan melekût âleminden mahrum kalmaktır.

 

Allah Kur’an’da buyuruyor: “Ben sizinleyim!” O halde insan Allah ile olmalıdır. Allah her yerdedir, ama insan her yerde Allah ile değildir. Eğer insan Allah’ın varlık marifetine ulaşırsa, kendisinin de O’nun huzurunda olduğunun bilinç ve şuuruna vakıf olursa; o halde insan bu evren de garip kalmayacağı gibi, Allah’a yakınlaşarak gerçek asıl vatanı melekût âleminin yolunu bulmuş olur.

 

Asıl Vatan! Allah’a yakın olmak için O’nun kendisinden talepte bulunmamızla mümkündür, çünkü Allah’ın insana, insanın kendi tasavvurundan daha da yakındır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

“Kullarım sana beni sorduklarında (bilsinlerkiben şüphesiz yakınım.” Bakara/186

 

“ Biz ona sizden daha yakınız; ancak siz göremezsiniz.” Vakı’a/85

 

“ Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kaf/16

 

“Allah’ın, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’na doğru toplanacağınızı bilin.” Enfal/24

 

Allah’ın bize yakın olduğu kadar biz O’na yakın olursak gerçek vatanımızı bulmuş ve orda yaşamak için çaba gösteririz. O halde O’na yakın olmak için sadece bizim çabamız yeterli olmuyor, ancak O’ndan yardım dilersek ve O’nun yardımıyla bu geçici ve hatta aldatıcı yurdumuz bildiğimiz ama asla bizim olmayan bu fani vatandan bir an evvel kurtulur, asıl vatanımız melekût âlemine kavuşmuş oluruz.

 

Dolayısıyla biz insanoğlunun bu dünyada farklı mekânlar edinmemiz, farklı vatan peşinde koşmamız, farklı coğrafyalarda yaşamamız, farklı etnik köken, dil, soy, renk, mezhep, meşrep, farklı ırk ve kültürlerde bulunmamızın tek bir gayesi vardır; o da geçici olan bu evrende Allah’a yakınlaşarak gerçek ve asıl vatanımız melekût âlemine ulaşmaktır.

 

 

Yaratılan her insanın tek bir vatanı vardır. Ama her insan kendine farklı bir vatan oluşturmuştur. Kendi hakikatini tanıyan insan, “Allah’ı” tanır, sözü ışığında asıl vatanın Allah’a yakın olmak olduğunu bilir. Yani Allah’a yakın olan Mümin bir muvahhidin asıl vatanı Melekût âlemidir. Allah’tan uzak ve dünya hayatına kendini adamış bir insanın vatanı gurbettir. Nerede ve nasıl müreffeh ve şaşaalı bir hayat yaşarsa yaşasın o dünya da hep gurbette yaşamış gibi gariptir.

 

Normal şartlarda insan vatanından uzak bir yerde kalmasına gurbet denir. İnsan önce gurbeti, garibliği ve sonra da vatan nedir onu tanımalıdır. Vatansız bir insan asla tanınmaz.

 

Şimdi gerçek vatan nedir ve neredir? Çünkü insan yaşadığı dünyayı ve doğduğu yeri vatanı kabul eder, öyle bilip öyle yaşar, dolayısıyla eğer insan düşünerek evren de bir yer ve vatan bulmaya çalışıyorsa, bu evrenin dışında bir kâinatın olabileceği olasılığını da araştırmalıdır. Bu başka kainat dediğimiz vatan Allah’a yakın olan asıl vatandır. Bu kâinata yani Hakk’ın vatanına melekût âlemi denir. İnsanın asıl vatanı melekut alemidir. Bizim üzerinde yaşadığımız bu dünya mülk yani maddiyat dünyadır. Ama öteki manevi ve melekut alemidir. Bu dünya geçicidir. Ama melekut alemi kalıcı ve ebedidir. Melekût mülkün çoğuludur, mülk dünyası fani, melekût âlemi ise bakidir. Eğer yok olamak için yaratılmış bir dünya olabiliyorsa, ebedi ve kalıcı bir âleminde olması gayet tabii değil midir?

 

Ebedi, geçici bir nesneyle anlam bulur, biz geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği olan bir dünyada yaşıyoruz; dolayısıyla bu üç zaman dilimi geçici ve fanidir. Fani olan herşey eşyayı da kendisiyle beraber alıp götürmekte ve yok etmektedir. Ama melekut alemi ne geçmişi ve ne de geleceği vardır. Çünkü kalıcı ve ebedidir.  

 

Semavî inanca sahip tüm insanlar, Allah’ın varlığına inanıyor. Allah’a ne geçmiş ne de gelecek durum ile inanılıyor. Allah ihtiyacsız, güçlü, azametli ve tüm varlıklardan masiva bir varlıktır. İnsan belirli zaman ve tayin edilmiş mekân içinde yaşamaktadır. Tabiatta vuku bulan olayların zincirine vurulmuş, tutsaklık kafesinde çaresizce debeleyen varlıktır. İnsan! Gören, duyan, yiyen, içen ve bütün nimetler den bilgisi olan bir varlıktır.

 

Peki, maddi tutsakta, zincirle kapana kapanmış insan için en önemli şey nedir? Görmek, duymak, hazmetmek yoksa koklamak mı? Akıllı ve tefekkürlü insan için en önemli ve değerli olanı görmek ve duymak olmalıdır, çünkü Allah kendini duyan ve gören özelliğiyle kullarına tanıtıyor.

 

İnsan şahıs olarak tek, ama toplumsal yaşayan bir varlıktır. Dünyaya yalnız geldiği gibi öldüğünde de yalnız şahıs olarak dünyadan gider, toplumla beraber gitmiyor, gidiş şahsın kendisine has bir özelliktir.

 

Kur’an’dan büyük mucize yoktur; Hz. Musa’nın (as) asası bir ejderha, büyük bir yılanına dönüşüyordu, o yılanı öldürmek mümkün olabilirdi. Hz. İsa (as) ölüyü Allah’ın izniyle diriltip onu konuşturuyordu, dirilen ölü tekrar ölüyordu, ama mantıklı söz ölmez, sözün ne kendisi ölür ne de onu birileri öldürebilir. Kur’an sözdür, Hz. Resulüllah (saa) Kur’an’ın sözü, yani sözü söyleyenin dilidir. Sözü ne atom ne de başka bir silah yenilgiye uğratamaz. Atom ve silahı yapan ve yaptıran sözdür, Atom ve (kılıcı) silahı yaptıran zekâ ve düşünce, onu imha etmesini bilir. Dolayısıyla biz asıl vatana giden yola engel olacak heva ve heves silahını kalp sözüyle yok ederek engelleri kaldırmalıyız.

 

Çağımızda insan için yeni bir termoloji dili kullanılmaktadır. İnsan! Üreten ve üretgen bir hayvandır. İnsan zaten üretim ve üretgenlik gayesi üzere yaratılmıştır. Ama akıl sahibi düşünürlerin korkusu insanın “Asıl vatan olan melekût âlemine” ulaşmak için takva ve hakikat üretgenliğinin yerine farklı ve maddi üretgenlik metodu uygulayarak, asıl vatana giden yolun önüne engel oluşturmasıdır.

 

Asıl vatan melekût âlemine yakınlaşmak için öyle bir yol izlenmeli ki, o yolda hayvanî özellikler bir şey üretmeye müsaade etmemeli, insan hakikatının kendisi gerçek vatana gitme sebeplerinin tedarikini sağlamalıdır.

 

İnsan izzetli yaratılmıştır ve insanların izzeti farklıdır; bazı insan izzetini geliştirir ve bazı insan ise izzetini kaybeder. İnsan Allah’a olan inancına günah işleyerek zarar verirse, izzetini kaybeder ve alçak duruma düşer, asıl vatanı olan melekût âleminden yoksun ve garip bir hayat sürer, çünkü Rabbinden uzaklaşan kimse garip ve nefsin esaret prangasına vurulmuş bir tutsaktır.

 

Tutsaklığın en ağır ve acı tarafı Allah’tan uzak yaşamaktır, gerçek çaresizlik ve gariplik öz ve asıl vatan melekût âleminden mahrum kalmaktır.

 

Allah Kur’an’da buyuruyor: “Ben sizinleyim!” O halde insan Allah ile olmalıdır. Allah her yerdedir, ama insan her yerde Allah ile değildir. Eğer insan Allah’ın varlık marifetine ulaşırsa, kendisinin de O’nun huzurunda olduğunun bilinç ve şuuruna vakıf olursa; o halde insan bu evren de garip kalmayacağı gibi, Allah’a yakınlaşarak gerçek asıl vatanı melekût âleminin yolunu bulmuş olur.

 

Asıl Vatan! Allah’a yakın olmak için O’nun kendisinden talepte bulunmamızla mümkündür, çünkü Allah’ın insana, insanın kendi tasavvurundan daha da yakındır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

“Kullarım sana beni sorduklarında (bilsinlerkiben şüphesiz yakınım.” Bakara/186

 

“ Biz ona sizden daha yakınız; ancak siz göremezsiniz.” Vakı’a/85

 

“ Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kaf/16

 

“Allah’ın, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’na doğru toplanacağınızı bilin.” Enfal/24

 

Allah’ın bize yakın olduğu kadar biz O’na yakın olursak gerçek vatanımızı bulmuş ve orda yaşamak için çaba gösteririz. O halde O’na yakın olmak için sadece bizim çabamız yeterli olmuyor, ancak O’ndan yardım dilersek ve O’nun yardımıyla bu geçici ve hatta aldatıcı yurdumuz bildiğimiz ama asla bizim olmayan bu fani vatandan bir an evvel kurtulur, asıl vatanımız melekût âlemine kavuşmuş oluruz.

 

Dolayısıyla biz insanoğlunun bu dünyada farklı mekânlar edinmemiz, farklı vatan peşinde koşmamız, farklı coğrafyalarda yaşamamız, farklı etnik köken, dil, soy, renk, mezhep, meşrep, farklı ırk ve kültürlerde bulunmamızın tek bir gayesi vardır; o da geçici olan bu evrende Allah’a yakınlaşarak gerçek ve asıl vatanımız melekût âlemine ulaşmaktır.



Bu yazı 2325 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI