Bugun...


Ali Kıran

facebook-paylas
Hz. Resulullah (s.a.a) ve Güzel Ahlak
Tarih: 02-11-2020 16:18:00 Güncelleme: 02-11-2020 16:18:00


Bismillahirrahmanirrahim

Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.a), miladi 571 yılında Mekke’de dünyaya geldi. Mekke o dönemde içinde Kabe’yi barındıran ve bu nedenle her dönem ziyaretçilerin akın akın kendisine geldiği bir şehirdi.  Ziraatın olmadığı bu şehrin en önemli geçim kaynağı ticaretti.

 O dönemin şartlarına bakıldığında sosyal hayatta çok büyük zulümlerin, insanlıkla bağdaşmayan uygulamaların varlığı çok aşikardı. Cahiliyyet ve kabilecilik o kadar ileri düzeyde idi ki, iki ayrı kabilenin mensupları, hiç yoktan giriştikleri bir tartışma yüzünden büyük savaşlara tutuşuyor, yüzlerce insanın ölümü ile sonuçlanan bu savaşların etkileri ise kan davası şeklinde uzun yıllar devam ediyordu…

Aslında o dönemde Mekke ile Arap yarımadasındaki diğer yerlerin, Arap Yarımadası ile tüm dünyanın birbirinden hiçbir farkı yoktu. İçki, kumar, hırsızlık, vurgunculuk oldukça yaygındı. Yetimlerin, dulların, acizlerin ve kimsesizlerin malları elinden alınır, özellikle kız çocuğu sahibi olmak yüz karası ve utanç vesilesi sayılır ve doğduklarında veya çocukken diri diri toprağa gömülürlerdi.

Her müşrik toplulukta olduğu gibi Mekke’de de kadın, nefsi tatmin aracı, yerine göre alınıp satılan bir varlık ve bir kazanç vasıtasıydı. Zayıf ve kimsesiz kadınlar namuslarını satarak geçinirdi.

Ahlaksızlık ve hayasızlık had safhadaydı.

 Sosyal hayat, zengin insanların çıkarına göre düzenlenmişti. Bütün kararlar Dar’un Nedve denilen ve soylu kabilelerin başkanlarınca oluşturulan ve bir tür parlamento denilebilecek bir kurulda alınıyor ve uygulamaya konuluyordu.

İşte Hz. Resulullah (s.a.a) böyle bir ortamda dünyaya geldi. O’nun gelişi, böylesine bozuk ve zalim bir düzenin değişmesinin ilk adımı olarak görülmelidir. Çünkü O’nun risaleti, yukarıda bahsettiğimiz bütün bu olumsuzluklara karşı çıkış ve bir devrim niteliğindeydi.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) öğretisinin temeli “güzel ahlaka” dayanıyordu. Zaten kendileri de, henüz Peygamberliğe tayin edilmeden önceki yaşamında, güzel ahlakı, merhameti ve iyilikseverliği ile tanınmış, emanete ve verdiği ahde uyması ile “Emin” lakabını almıştı… Ahlak açısından, güzel huy açısından, merhamet açısından en üstün kim diye sorulsa, hiç tereddütsüz Efendimiz gösterilirdi. Onun mütevatir olan şu hadisi, bu gerçeği çok yalın bir biçimde ortaya koymaktadır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz buyuruyor ki; “Ben Güzel Ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” İşte bu hadis, aslında bu gün içine düştüğümüz ve yüce İslam dininin çehresini değiştirmek ve korkunç göstermek isteyenlerin maskesini indirivermektedir. İslam’ın temeli Güzel Ahlaktır.

Tebliğe başladıktan sonra çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kalan Resulullah’a (s.a.a), hiçbir zaman “sen şimdi bunları söylüyorsun, ama daha dün, eğer kötülük ve günahsa, bu kötülük ve günahları çekinmeden işleyen sen değil miydin?” biçiminde bir söz söyleyememişlerdir.

Allah Rasulü (s.a.a), gençliğinde Mekke’de zulme uğrayan, haksızlığa maruz kalanların haklarını ne pahasına olursa olsun savunmak ve hakları sahibine iade etmek üzere kurulan bir cemiyetin kurucu üyelerinden biri olmuş ve bu amaçla yapılan yemin içme olayında bulunmuştu. Bu Cemiyetin adı Hılf’ul Füdul, yani Erdemliler İttifakı idi. Kendisine risalet geldikten sonra, bu cemiyetin adı anıldığında “bence o yemin, kızıl tüylü develere sahip olmaktan daha sevgilidir” demişti.

 

 

İslam dini, diğer dinleri tamamlamak üzere gelen en son ve en kamil dindir. Bu hadisle birlikte bakıldığında bütün ilahi dinlerin temelinin güzel ahlaka dayandığı rahatlıkla söylenebilir.

Eğer güzel ahlak yoksa, yapılan ibadetlerin mahiyeti kuru bir kabuktan öteye geçmez ve hatta dini istismar edenlerin elinde bir sömürü aracı haline dahi dönüşebilir. Ahlaktan yoksun bir ibadet, kötü niyetli birinin elinde halkın duygularını istismar aracına dönüşebilir. Hatta cinayetlere bile dini düsturlar alet edilebilir, bu dini düsturlara getirilen yorumlarla cinayetler meşrulaştırılabilir. İşte günümüzde DAİŞ, El Kaide, FETÖ vb. oluşumların dini kullanış biçimi bunun en net göstergesidir.

Öyle ki Hz. Resulullah’ın getirdiği din, insanların birbiriyle muhabbetinin, barışın, insan haklarının, insani erdemlerin ve hatta hayvan haklarının ve çevre bilincinin sigortası olmuştur.

Bu gün ihtiyaç duyulan bütün erdemler, onun tarafından bizzat pratiğe dökülmüş ve bu nedenle de milyonların akın akın geldiği bir öğreti olmuştur. Ve bu güzel ahlaktır ki, insanları bir araya cem eder, toplar, aralarına muhabbet koyar ve ibadetin temeline de sevgiyi yerleştirir. Sevginin olmadığı bir din, muhabbetten yoksun bir öğreti nasıl ilahi temelle sahip olabilir ki? İslam dinine göre insan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Öyleyse insanların birbiriyle münasebetleri de bu minval üzere olmalıdır. O zaman şöyle bir cümle kurabiliriz. İslam dinini temeli güzel ahlak, güzel ahlakın temeli de sevgi ve muhabbettir. Sevgi ve muhabbetten yoksun bir dinin İslam olamayacağı da aşikardır.

Hz. Resulullah (s.a.a) ilk tebliğ ile ortaya çıktığında etrafını, ezilenlerin, mahrum bırakılanların, zayıfların, güçsüzlerin, fakirlerin, kölelerin alması, kibirli zenginliğe, güce ve sömürüye karşı güzel ahlakın, erdemin ve insani değerlerin açık bir dille ortaya konması nedeniyledir.

Bu gün insanlık, Hz. Resulullah’ı doğru biçimde anlamaya ölümüne muhtaçtır. Çünkü dünyanın hali, Hz. Resulullah’ın dünyaya geldiği ve peygamberliğini ilan ettiği zamandan çok da farklı şartlara sahip değildir. Ve ne yazık ki, Yüce İslam dini, ehliyetsiz ve kötü niyetlilerin elinde kan, savaş, cinayet, hukuksuzluk şeklinde tanıtılmaya çalışılmaktadır. Ve maalesef gerek cehalet, gerek İslam ahlakından yoksun çıkarcılar ve gerekse de küresel istikbarın İslamafobia da denilen İslam’ı kötü gösterme çabaları ile bunda başarı da sağlanılmıştır.

O zaman İslam ahlakının yeniden ön plana çıkarılması, Müslüman toplumlarının bir araya gelerek bir çeşit Hılf’ul Füdul, yani Erdemliler İttifakı oluşturmaları ve Küresel Darun Nedve’lere karşı vahdet sağlamaları elzemdir. Ve sevgi ve muhabbet temelli, güzel ahlak etrafında oluşturulmuş bu vahdet, binlerce kilometre öteden gelip bizleri savaşların, kan ve barutun içine sokan küresel sömürgecilere de okkalı bir tokat olacak ve onları geldikleri yere geri gönderecektir.

Resulullah’ın vefatından çok zaman geçmeden, İslam ne yazık ki saltanata dönüştürülmeye çalışılmış ve Emevi zihniyetinin bu suistimali gerçek olmuştur. Öyle ki, sadece Resul’ün vefatından 50 yıl sonra Kerbela faciası, Medine’de meydana gelen Harre faciası, Mekke’de Kabe’nin mancınıklarla yakılıp yıkılması gibi meş’um olaylarla karşı karşıya kalınmıştır. Bu süreç içerisinde saltanata dönüşen yönetimler İslam ahlakını rafa kaldırmış, ortaya İslam ile alakası olmayan bir İslam çıkmıştır. Emevilerin bir süre sonra yıkılıp yerlerine Abbasiler’in gelmesinden sonra da bu durum çok değişmemiş, başa geçenler saltanatın tadından vazgeçmemişlerdir. Bu süre içinde İslami öğreti de büyük zarar görmüştür. Abbasilerin ilk yıllarında Yunan felsefecilerinin başkente davet edilmesi ve onların ortaya attıkları şüphelerin halk üzerindeki olumsuz etkisi, Müslümanların zihinlerini iyice karıştırmaya başlamıştı. İşte bu ortamda, yine Yüce Resul’ün soyundan, Onun Ehli Beyt’inden birisi, İmam Cafer-i Sadık (a.s), ilmiye, takvası ve ahlakı ile ortaya çıkmış, ceddi Resulullah’ın dinini korumaya, ortaya atılan şüphelere doyurucu ve kapsamlı cevaplar vermeye başlamıştı. İmam Caferi Sadık (a.s), Resulullah’ın (s.a.a) 5. kuşak torunuydu ve Ehli Beyt imamlarının altıncısıydı.

İmam (a.s), zühdü, takvası, cömertliği ve ahlaki özellikleri ile zaten insanların gönlünde taht kurmuştu. Ancak bütün bunların yanında engin ilmi ile de bir güneş gibi parlıyordu. İslam dünyasına sokulmuş ve İsrailliyat denilen yalan hadislerle oluşturulmuş yalan yanlış algılar, felsefecilerin oluşturdukları şüpheler onun ilmi karşısında güneşin önündeki kar gibi eriyordu.

Bu gün büyük İslam alimlerinden birisi olan ve Hanefi Mezhebinin kurucusu sayılan İmam Azam Ebu Hanife ile Maliki mezhebinin kurucusu sayılan İmam Malik, İmam Caferi Sadık’ın (a.s) öğrencileri idi ve onlar bununla övünüyorlardı.

İmam Sadık (a.s) da dedesi Resulullah (s.a.a) gibi, en kritik zamanda ortaya çıkmış ve hem kişiliği ve hem de ilmi ile batılın önünde set olmuş, öz Muhammedi (s.a.a) islam’ı korumuştur. Hz. Resulullah ve torunu İmam Caferi Sadık’ın (a.s) doğum günlerinin aynı olması tesadüf olmasa gerek.

Biz buradan Yüce Nebi’yi, Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.a) ve Ehli Beyt’inden birisi olan 6. İmam Caferi Sadık’ın (a.s) doğum gününü kutlarken Muhammed (s.a.a) ümmetinden ve Caferi Sadık (a.s) taraftarı olmamızdan dolayı Yüce Allah’a binlerce kere hamd ediyoruz.

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun…

Ali Kıran



Bu yazı 2724 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI