Bugun...



Ulu’l Emr Ayetinin İncelenmesi – 3

Ulul Emr’in kimler olduğu üzerine

facebook-paylas
Tarih: 15-12-2020 11:30

Ulu’l Emr Ayetinin İncelenmesi – 3

Bu ayetle ilgili bir diğer önemli husus da ayetteki Ulu’l Emr’den maksat kimlerin olduğu husustur.

Bunda şüphe yoktur ki, “Ulu’l Emr” kelimesi, ism-i cem yani çoğul ifade eden isimdir ve bu nedenle “Ulu’l Emr” diye adlandırılan bu kişilerin sayısının çokluğuna delâlet eder. Fakat bu çoğul ismin ilk bakıştaki anlamı [bu insanların topluluk hâlinde yükümlülük kabul etmeleri ve itaatin bunların topluluk hâline farz olması değil;] bu seçkin kişilerin teker teker yalnızlık hâlinde sorumluluk yüklenmeleri ve birbiri arkasından kendilerine itaat etmenin farz olmasıdır.

Dolayısıyla itaat etme zorunluluğu, bu kelimenin (Ulu’l Emr) lafzı itibari ile bunların [fert ferdine değil de] tümüne birden yöneltilmişse de, çoğul içerikli niteliği göz önünde bulundurulmuştur. Nitekim bu tür kullanımlar, biz insanların sözleri arasında da yer almaktadır. Meselâ birine: "Farz namazlarını kıl, büyüklerine ve kavminin önderlerine itaat et." denmesi gibi.

Bu konudaki şaşırtıcı sözlerden biri Fahr-i Razî'nin şu sözüdür: "Bu anlam, çoğul bir kelimeden tekil bir kelimenin anlamının çıkarılmasını, yani çoğul bir kelimenin müfret=tekil anlamda kullanılmasını gerektirir ki, bu ifadeden anlaşılana ters düşer." [1]

Fahr-i Razî böyle demekle dilde bu kullanımın yaygın olduğunu göz ardı ediyor. Kaldı ki, Kur'an böyle örneklerle doludur. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Artık yalanlayanlara itaat etme." [2] "Artık kâfirlere itaat etme." [3] "Biz reislerimize ve büyüklerimize itaat ettik." [4] "Aşırı gidenlerin emrine uymayın." [5] "Namazlara... devam et." [6] "Müminlere karşı mütevâzı ol." [7] Kur'an'da bunlar gibi olumlu-olumsuz, haber ve talep nitelikli farklılık arz eden çok sayıda örnekler vardır.

Üstelik çoğul bir kelimeden tekil anlamı kastetmenin zahire ters düşen türü, çoğul bir kelime söyleyip kelimenin içerdiği teklerden yalnız birini kastetmektir. Yoksa teklerin çoğalması ile hükümlerin çoğalmasına yol açacak şekilde çoğula hükmü yaygınlaştırmak, anlam olarak kelimenin zahirine ters düşmez. Meselâ, "Beldenin ilim adamlarına iyi davran" demek, "Bu ilim adamına ve şu ilim adamına iyi davran" demektir.

Kendilerine itaat edilmesi farz olan bu ululemrden, çok sayıda kişinden oluşan bir bütünün kastedilmiş olması da muhtemeldir. Yani Ulu’l Emr kavramını, her biri bu kavramın kapsamına giren çok sayıda kişinin bir araya gelmesinden oluşan durum şeklinde yorumlamak da ihtimâl dahilindedir. Bu yoruma göre Ulu’l Emr, halk arasında nüfuz sahibi olup sözü geçen ve onlarla ilgili işlerde etkili olan kişilerden oluşur. Ordu ve müfreze komutanları, ilim adamları, devlet büyükleri ve kavmin ileri gelenleri gibi.

Hatta “el-Menar” tefsirinin sahibine göre Ulu’l Emr, halkın güvenini kazanmış ilim adamları, ordu komutanları, ticaret, sanayi ve ziraat gibi kamu alanlarının önderleri, bunların yanı sıra sendika başkanları, parti liderleri, yüksek tirajlı gazetelerin yazı işleri müdürleri ve başyazarları gibi şahsiyetlerden oluşan hal ve akd ehlidir! Ayetteki Ulu’l Emr’in hal ve akd ehli olmasının anlamı işte budur. Çünkü bunlar ümmetin ileri gelenlerinden oluşmuş bir sosyal heyettir. [8]

Hz. Peygamberin (s.a.a) ölümünü izleyen çatışmalar ve fitneler sırasında zaman zaman bu meselenin delil gösterilmesi gerekirdi. Öyleyse nasıl olur da sahabelerin münazara ve tartışmalarında bu gerçeğin kendisine, hatta izine bile rastlanılmıyor? Oysa hadis ravîleri bu tartışmaları cümle cümle, kelime kelime kaydetmişler ve bizlere de aktarmışlardır. Niçin bu konu hiçbir kitapta ve hiçbir konuşmada yer almadı? Sahabelerden ve tabiinden oluşan eski tefsirciler neden bu meseleyi gündeme almadılar da sadece Fahr-i Razî ile ondan sonra gelen birkaç son dönem tefsircisi bu görüşü ortaya koydu?

Hatta Fahr-i Razî'nin kendisi bile ortaya koyduğu bu görüşün, şimdiye kadar belirtilen görüşlerin dışında bulunduğundan dolayı kabul edilmediğine ittifak olduğunu (yani icma-ı mürekkebe aykırı olduğunu) belirttikten sonra, görüşündeki tutarsızlığın nedeni hakkında şöyle demiştir: "Çünkü Ulu’l Emr’in anlamı hakkında sadece dört görüş vardır:

1- Hulefa-i râşidin (İslâm'ın ilk dört halifesi).

2- Müfreze komutanları.

3- İlim adamları.

4- Masum İmamlar.

Beşinci bir görüş ise, icmayı çiğnemek demektir."[9] Sonra kendi kendine cevap vererek ortaya koyduğu görüşün gerçekte üçüncü görüşün kapsamına girdiğini öne sürüyor. Böylece işi düzeltmişken tekrar bozuyor.

İşte bu söylediklerimizin hepsi meselenin bu görüşteki gibi olmadığını ve masumluğun, İslâm'ın mucizelerinden ve Müslümanlar arasından çıkan hal ve akd ehli için olağanüstü kerametlerinden değerli bir lütuf ve üstün bir bağış olarak algılanmadığını gerektirir.

Burada bir başka görüşün de ortaya çıkması muhtemeldir; o da şu ki: Söz konusu masumluk olağandışı bir faktöre dayanmaz. Tersine İslâm, genel terbiyesini (eğiticiliğini) bu sonucu doğuran bir ince usûle dayandırmıştır. Bu ince ilkeye göre, bu ümmetin içinden çıkan hal ve akd ehli, ortak kararlarında yanılmazlar ve görüşlerinde yanılgıya düşmezler.

Fakat bu ihtimal de genel kanuna aykırı olma sebebi ile geçersizdir. Söz konusu genel kanuna göre bir heyetin idraki o heyeti oluşturan fertlerin idraklerinin toplamıdır. Eğer teker teker fertlerin yanlış yapabilecekleri kabul ediliyorsa, heyetin de yanlış yapabileceği kabul ediliyor demektir. Ayrıca bu görüşün başka bir tutarsızlığı da vardır; o ise şundan ibarettir: Eğer hal ve akd anlamındaki ululemrin görüşü, doğruluğunda ve masumluğunda böylesine yenilmez bir faktöre dayansaydı, sonuçlarını göstermekten geri kalmazdı ve Müslüman toplulukları içinde bu kadar yanlış düşüncelerin ortaya çıkması görülmezdi. O zaman İslâm âlemini kaplayan bu batıllar ve fesatlar nereden kaynaklanıyor?

Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra Müslümanlar arasından çıkan birçok hal ve akd heyetleri nice istişare toplantıları düzenlediler ve ortak görüşleri doğrultusunda çeşitli uygulamalara giriştiler; fakat Müslümanlara dalâletten, sapıklıktan başka bir şey kazandırmadılar. Müslümanlara mutluluk getirme girişimleri de onların sadece bedbahtlığına yol açtı. Öyle ki Hz. Peygamber’den (s.a.a) sonra, dine dayalı toplum düzeni çok geçmeden zalim ve zorba bir imparatorluğa dönüştü. Bunun içindir ki dikkatli araştırmacıların, Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra meydana gelen fitneleri, bu fitnelerin arkasından dökülen kanları, çiğnenen ırzları, yağma edilen malları, yürürlükten kaldırılan hükümleri ve iptal edilen had cezalarını incelemeleri; ardından da bu faciaların kaynağını, köklerini ve ana damarlarını araştırmaları gerekir. Çünkü bu incelemeler sonucu, bu faciaların sebeplerinin tek dayanağının Müslümanlar arasından çıkmış hal ve akd heyetlerinin görüşleri ve bu görüşlerini insanların omuzlarına yüklemeleri olduğunu göreceklerdir.

İşte bu dinin binasının dayanağı olan temel direğin yani, hal ve akd heyetinin görüşünün durumu budur. Tabi eğer görüşlerinde yanılmazlık ayrıcalığı ile donatılmış Ulu’l Emr kavramından maksat bu ise.

Dolayısıyla “Ulu’l Emr’den maksat hal ve akd ehlidir” dediğimiz zaman şunları da demek zorunda kalırız: Bu heyet yanılabilir. Bu heyeti oluşturanlar, sıradan insanlarla aynı düzeydedirler; görüşleri doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Yalnız bu kimseler erdemli, tecrübeli, görmüş-geçirmiş, uzman bir heyet oldukları için çok az yanlış yaparlar. Yanılabilir ve hata edebilir olmalarına rağmen onlara itaat edilmesi gereğinin emredilmesi, yanlışlıklara müsamaha ile bakma, yanlışları hoş görü ile karşılama anlamı taşır.

"Sizden olan Ulu’l Emr" ifadesini hal ve akd ehlinden oluşmuş bir heyete hamletmenin anlamı yoktur. Çünkü ne şekilde yorumlarsak yorumlayalım, sonuçta bu heyet bir sosyal kuruluştur. Ulu’l Emr’den maksat, ancak ümmetin içinden olan belirli bireyler ve kişilerdir. Bu kimseler sözlerinde masumdurlar ve itaat edilmeleri zorunludur. Onların kimler olduklarının bilinebilmesi için de Allah tarafından Allah'ın kendi sözü ile veya Peygamberinin dili ile net bir şekilde belirtmelerine ihtiyaç vardır.

Dolayısıyla Ulu’l Emr kavramı, Ehl-i Beyt İmamları kanalı ile nakledilen ve Ulu’l Emr’den maksat kendilerinin olduğunu açıklayan rivayetlere uyarlanır.

Ulu’l Emr’den maksat, hülefa-i râşidin (râşid halifeler) yahut müfreze komutanları ya da sözlerine ve görüşlerine uyulan alimler olduğunu savunan görüşlere gelince, bu görüşlere iki cevap verilebilir:

Birincisi, bu ayet ululemrin masumluk sıfatı taşıdığına delâlet ediyor. Oysa sayılan zümrelerin hiçbirinin masum olmadığı tartışmasızdır. Sadece Müslümanların bir bölümü dört halifenin içinden Hz. Ali'nin (a.s) masum olduğuna inanmaktadır.

İkincisi, bu üç görüşün her üçü de hiçbir delile dayanmıyor.

 

----------------

[1]- Tefsir’ul Kebir, c.10, s.146

[2]- Kalem, 8

[3]- Furkan, 52

[4]- Ahzâb, 67

[5]- Şuarâ, 151

[6]- Bakara, 238

[7]- Hicr, 88

[8]- Tefsir’ul Menar, c.5, s.181

[9]- Tefsir-ul Kebir, c.10, s.144-150.




Bu haber 880 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI