Bugun...



Şeyhü’l İslamlık Vazifesi

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 15-04-2021 15:53

Şeyhü’l İslamlık Vazifesi

Soru: "İmam Ali (r.a) hilafete haklı olduğu halde (Şiilere göre) Ebubekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman'ın (r.a.) hilafetleri döneminde onlara isyan etmediği gibi, onların "Şeyhü’l İslamlık" vazifesini, (yirmi üç sene) kemal-i liyakatle yerine getirdi; NEDEN?"

Cevap: Sorunun cevabı için şu noktaları nazara almak gerekir:

Evvela birinci, ikinci ve üçüncü halife dönemlerinde "Şeyhü’l İslamlık" makamı diye bir şey yoktu ve hiçbir meşhur tarihçi ve alim de bu dönemlerde böyle bir kurumun varlığından söz etmemiştir.

Buna göre, sorunuz yanlış bir varsayım üzerine kuruludur ve temelden yanlıştır. Ama eğer maksadınız ilk üç halife döneminde Hz. Ali'nin (a.s) ilmine müracaat etmeleri ise, elbette bu doğrudur. Ama şu gerçeği bilmek gerekir ki, Hz. Ali'nin (a.s) halifelere karşı tavrı, asla halifeleri meşru gösterecek şekilde değildi. Bunu anlamak için, Hz. Ali'den (a.s) nakledilen aşağıdaki söz ve hutbeler üzerinde düşünmek yeterlidir. Hz. Ali (a.s), Cemel savaşından önce yaptığı bir konuşmada şöyle buyuruyor:

"Allah'a yemin ederim ki Allah-u Teâlâ, yüce Peygamberi'nin ruhunu aldığından bugüne kadar, sürekli ben hakkımdan uzaklaştırılmış bulunuyorum..." [1]

Yine kendi hilafeti döneminde, halifeler dönemiyle ilgili bir konuşmasında halifelerin ona ait olan bir hakkı yağmaladıklarını dile getirerek, gözünde diken boğazında kemik kalmış biri gibi bu duruma tahammül ettiğini açıkça dile getirmiştir:

"Allah'a andolsun ki falan kimse (Ebu Kuhafe oğlu Ebubekir), hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde, hilafeti bir gömlek gibi üzerine giyindi. Oysa sel her zaman benden akar ve hiç bir kuş benim yükseldiğim yüce zirvelere yükselemez. Ben de hilafetle kendi arama bir perde gerdim; ondan tümüyle yüz çevirdim. Başladım kendi kendime düşünmeye; þu kesilmiş elimle hemen atağa mı geçeyim, yoksa şu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte sürekli olarak zahmetten zahmete düşer. Gördüm ki sabretmek akla daha yatkındır, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda ise, kemik. Mirasımın tümüyle yağmalandığını görüyordum."

Hz. Ali'nin (a.s) Medine'de kendi hilafeti döneminde okuduğu bir hutbede neden hakkını almak için kıyam etmediğini de şöyle açıklamıştır:

"Peygamber (s.a.a), bizim aramızdan gittiğinde biz onun varisi, velileri ve öz soyundan olan yakınlarıyız; artık kimse hilafet konusunda bizimle niza etmez ve göz dikmez” dedik. Ama beklemediğimiz bir şekilde Kureyş'ten bir grup bizim hakkımıza el uzatarak, yöneticilik hakkını bizden aldı ve kendileri sahiplendiler. Allah'a yemin ederim ki, eğer Müslümanların arasında bölünme meydana gelmesi, küfrün tekrar geri dönerek dinin tamamen yok olması korkusu olmasaydı bu gün üzerinde olduğumuz şeyden farklı bir durumda olurduk." [2]

Hz. Ali (a.s), ikinci halife tarafından kurulan şurada kendisine hilafeti vermeleri karşısında, ortaya konulan “Ebubekir ve Ömer'in yolunu devam ettirmesi” şartını açıkça reddetmiş ve yalnız Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetine bağlı kalacağını açıklamıştır. Açıktır ki, Hz. Ali (a.s) onların şeyhu'l-İslamlığını yapmış olsaydı veya onların hilafetteki yöntemlerini meşru bilseydi, o zaman onların sünnetini bir ölçü olarak reddetmesinin bir anlamı kalmazdı.

Yakubi nakletmiştir ki, Ömer'in kurduğu altı kişilik halife belirleme şurasında olan Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali'yi (a.s) bir kenara çekerek, şöyle dedi:

"Allah bizimle senin aranda şahit olsun ki, kendi hilafetin döneminde Allah'ın kitabına ve Peygamberi'nin sünnetine ve Ebubekir ve Ömer'in sünnetine uyasın."

Hz. Ali şöyle karşılık verdi:

"Halife olursam, gücüm yettiğince sizlerin arasında Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetine uygun olarak davranacağım."

Abdurrahman, sonra Osman'ı bir kenara çekerek aynı sözü ona da dedi. Osman onun isteğini hemen kabul etti. Tekrar Hz. Ali'ye aynı teklifi tekrarladı ama Hz. Ali yine aynı cevabı vererek, sözlerine şunları ekledi: "Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetinin yanı sıra artık başka bir kimsenin gelenek ve gidişatına uymaya bir ihtiyaç yoktur. Aslında sen bu hilafeti benden uzaklaştırmaya çalışıyorsun."

Bütün bunlar gösteriyor ki Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde hilafet sisteminin meşruiyetini kabul etmemiş ve onları kendi hakkını yağmalayan güçler olarak görmüştür. Elbette Hz Ali'nin (a.s) eşsiz ilmi makamı yüzünden, halifeler kendi siyasetleriyle çelişmediği ve bilgisizlik yüzünden başka bir alternatifleri de olmadığı hallerde İmam'a başvurmuşlardır. İmam Ali (a.s) de onların dinle ilgili sorularını halletmiş ve İslam'ın hükmünü beyan etmiştir.

Ama neden İmam'a başvurduklarında onların ilmi ihtiyaçlarını gidermiş ve onlara yol göstermiştir acaba? Oysa isteseydi onların sorularına cevap vermeyi reddederdi. Bunun cevabı aşağıdaki hususa dikkat edilirse, açıktır.

Masum İmam'ın da peygamberler gibi iki önemli ilahi vazifesi vardır: Birincisi hilafet ve ikincisi şehadet (gözetleyicilik). Yani Hz. Adem aleyhisselam'dan başlayarak her dönemde bu iki ilahi görevi üstlenmeleri için, her zaman bulunan masum ilahi şahsiyetler (peygamberler veya peygamberlerin vasileri) var olmuşlar. Hilafet görevi, insanların doğru şekilde yönetilmesini ve toplumda ilahi hükümlerin uygulanmasını sağlamak içindir. İkinci görev olan şahadet (gözetleyicilik) görevi ise, dine bağlı olan insanların haktan sapmalarını önlemek ve sürekli ilahi hükümlerin tahriften korunmasını sağlamak içindir.

Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayet, peygamberlerin bu iki ilahi göreve sahip olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklama ışığında şu noktaya dikkat etmek gerekir ki, bir peygamber veya imamda bu iki görevden birinin sekteye uğraması, yani bazı engeller yüzünden yürürlük kazanmaması, diğer vazifenin de tatil olmasını gerektirmez. Bir çok peygamber kendi dönemlerinde hilafet görevini yüklenmemesine rağmen ikinci görevlerini, yani şehadet (gözetleyicilik görevini) yerine getirmiştir. Peygamber veya masum imam bu iki görevden hangisini ifa etmeğe bir fırsat bulursa, onu yerine getirmelidir. Çünkü bu onun ilahi mesuliyetidir.

Hz. Ali (a.s) ilk üç halife döneminde hilafet görevini ifa etmekten mahrum bırakılmasına ragmen, şehadet görevini kısmen ifa etmeğe fırsat bulmuş ve bu vazifeyi yerine getirmiştir. Ancak bunun yanı sıra, sürekli onların hilafetlerinin meşru olmadığını da çeşitli şekillerde imkan dahilinde beyan etmiştir. “İslam'ın temeli tehlikeye düşmesin” diye de bir kıyama baş vurmamıştır. Bizce, İslam tarihinde gerçek manada bir araştırması olan kimse, bunların hiçbir gizli yönü olmayan apaçık gerçekler olduğunu anlar. İsteyen kabul eder ve istemeyen emr-i vakı'i müdafaa etmek için onları görmezlikten gelir. Vesselam....

 

 

----------------

[1]- Nehcu'l-Belağa, Hutbe: 6

[2]- Şerh-i Nehcu'l-Belağa, Hutbe: 3




Bu haber 348 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI