Bugun...



Peygamberlerin Masumluğunu İspat Eden Kur'ânî Deliller

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 22-03-2021 15:16

Peygamberlerin Masumluğunu İspat Eden Kur'ânî Deliller

Soru: Acaba peygamberlerin masumluğuna Kur'ân'dan delil göstermek mümkün müdür? Lütfen bu konuda bize geniş bilgi verin...

Cevap: İleride İnşaallah bu kunuda geniş ve detaylı bilgiler vermeğe çalışacağız. Ancak şimdilik merhum Allâme Tabâtabâî'nin konu hakkında yazdığı bir yazıyı huzurunuza takdim ediyoruz. Bu konuda merhum Allâme Tabâtabâî, meşhur "El-Mizân" tefsirinde şöyle yazıyor:

Peygamberlerin sahip oldukları ismet (kusursuzluk) niteliği üç kısma ayrılır:

a)-Vahyi alırken yanılmama, b)-Tebliğ ve elçilik görevini yerine getirirken yanlış yapmama, c)-Günah işlememe (günahlara karşı korunmuş olma). Günah kulluğun saygınlığını lekeleyen ve efendiye muhalefet anlamına gelen her türlü kusur demektir. Yani kulluğa ters düşen söz ve davranış demektir. İsmet niteliği ile, masum olan insanın içinde yer alıp da onu câiz olmayan yanılma ve günahlara karşı koruyan bir özelliği kastediyoruz.

Günah kavramının kapsamına girmeyen ve vahyi algılama vb. tebliğ etme ile ilgisi bulunmayan, diğer bir ifadeyle vahyi algılama, onu tebliğ etme ve onunla amel etme konusunun kapsamının dışında olan, sözgelimi insanın dış alemi algılama ve kavrama, ya da kimi bilimsel değerlendirmelerde yanılgıya düşmesi, varoluşsal olguları yapıcılık-bozgunculuk, yarar-zarar açısından tanımlarken hata etmesi, meselesi bu konunun dışındadır.

Her ne ise bizim gördüğümüz şudur: Kur'an-ı Kerim, her üç açıdan da peygamberleri masum (yanılmaz) olarak nitelemektedir.

Peygamberlerin, Allah'tan vahyi alırken, aldıkları bu vahyin içerdiği mesajı insanlara sunarken, Allah adına elçilik görevini yerine getirirken masum, yanılmaz olduklarının kanıtı şu âyet-i kerimedir: "Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanları anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitap indirdi. Oysa kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan azgınlık ve kıskançlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, kitap verilenlerden başkası değildi. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi." [1] Bu âyet-i kerimede, açık bir şekilde, yüce Allah'ın peygamberleri müjdeleme ve uyarma görevini yerine getirmek üzere gönderdiği, onlarla birlikte kitap (ki vahiy dediğimiz şey budur) indirdiği vurgulanmaktadır. Asıl misyonları da, inanç sistemine ve pratik yaşayışa ilişkin gerçeği açıklamaktır.

Diğer bir ifadeyle, Peygamberlerin Allah katında üstlendikleri görev, insanları hak nitelikli inanç sistemine ve buna dayalı hak nitelikli hayat biçimine eriştirmektir. Yüce Allah'ın, peygamberleri gönderme hususunda öngördüğü hedef budur. Yine Allah Teala, Hz. Musa'nın (a.s) lisanıyla şöyle buyurmuştur: "Benim Rabbim, şaşırmaz ve unutmaz." [2] Buradan açıkça anlaşılıyor ki, Allah yaptığı bir işte, hiç bir tavrında yanılmaz. Bir şeyi dilediği zaman, onu, sonuçta amaca ulaşacak ve yanlışa sapmayacak bir yolla irade eder. Bir hedef için herhangi bir yolun izlenmesini öngördüğü zaman, bu yöntemde asla şaşırmaz. Hem nasıl olur, yaratma ve emretme yetkisi O'na ait değil midir? Mülk ve egemenlik O'nun tekelinde değil midir? O, kendilerine vahiy indirmek, dinin kapsadığı bilgileri öğretmek suretiyle peygamber göndermiştir. Böyle de olmalıdır. Onları birer elçi olarak görevlendirerek mesajını insanlara duyurmalarını öngörmüştür. Ki, bu kaçınılmaz bir realitedir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır. " [3] "Allah, emrinde galip olandır. " [4]

Şu âyet-i kerime de, peygamberlerin masum olduklarına, hatadan beri olduklarına, vahyi algılama ve tebliğ etme açısından yanılmaz olduklarına delalet etmektedir: "O, gaybı bilendir. Kendi gaybını kimseye açık tutmaz. Ancak elçileri içinde razı olduğu kimseler başka. Çünkü, O, bunun önüne ve arkasına izleyiciler dizer. Öyle ki, onların Rablerinden gelen risaleti tebliğ ettiklerini bilsin. Allah onların nezdinde olanları sarıp-kuşatır ve her şeyi sayı olarak da sayıp tesbit etmiştir. "[5] Buradan anlıyoruz ki, yüce Allah, elçilerini vahyinin muhatabı olmaya özgü kılar. Sonra gaybı kendilerine göstererek onlara destek olur. Önlerinde ve arkalarında onları denetler. Yanlarında olanı çepeçevre kuşatır. Amaç, vahyi, yok olmaya, şeytanların ve başka art niyetli unsurların girişimleri sonucu değişmeye karşı koruma altına almadır. Böylece Rablerinin mesajını insanlara net biçimde ulaştırmalarını sağlamadır.

Bir diğer âyette de Yüce Allah, bu gerçeği vahiy meleğinin lisanıyla şöyle dile getirilir: "Biz ancak Rabbimizin emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan her şey O'nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir. "[6] Bu âyetler gösteriyor ki; vahiy, inişinden, peygambere ulaştırılmasına ve onun aracılığı ile insanlara duyurulmasına kadar ki süreç içinde koruma altındadır. Herhangi bir değişikliğe uğramama konusunda güvence altındadır.

Masumiyeti kanıtlamaya ilişkin bu iki yaklaşım, peygamberlerin sadece vahyi algılamaları ve mesajı tebliğ etmeleri açısından masum olduklarını, zihinlerde çağrıştırır niteliktedir. Daha önce vurguladığımız, amelde masumiyeti, tavırda yanılmazlığı çağrıştırmıyorlar. Ancak, bu iki yaklaşımın masumiyete ilişkin kanıtsallığını şu şekilde bütünlemek mümkündür ki, düşünce ve fikir erbabına göre "Fiil de tıpkı söz gibi delil oluşturur, mesaj verir." Buna göre, bir işi yapan kimse, bu fiiliyle yaptığı işi güzel ve câiz gördüğünü anlatır. Bu, "Falan işi güzel ve câiz görüyorum" demesi ile vurgulama bakımından birdir. Eğer, aksini emreden peygamberden günah nitelikli bir davranış sudur etse, onun açısından, bu bir çelişki olur. Çünkü fiili, bu durumda sözü ile çelişir. O zaman da, peygamber birbiriyle çelişen iki şeyin tebliğcisi konumuna düşer. Oysa iki zıt şeyi tebliğ etme, gerçeği tebliğ olarak adlandırılamaz. Çünkü iki zıt şeyi duyuran kimse, hakkı duyurmuş olamaz. Bunun nedeni birbirine zıt olan iki şeyin birbirlerini geçersiz kılacak nitelikte olmalarıdır. Buna göre, peygamberin, ilahi mesajı duyurma açısından masum oluşu, ancak günahtan masum olması ve söz fiil çelişkisinden korunmuş olması ile gerçekleşmiş olur. Bu da, son derece açık bir husustur.

Şu âyetler, peygamberlerin, mutlak olarak masum olduklarını dile getirirler: "İşte Allah'ın hidâyet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidâyetlerine uy." [7] "Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Allah kimi hidâyete erdirirse onun için bir saptırıcı yoktur." [8] "Allah, kime hidâyet verirse, işte hidâyet bulan odur." [9] Burada yüce Allah, hidâyete erdirmesi sayesinde hidâyet üzere olan kimseler üzerinde saptırıcıların etkilerini geçersiz kılıyor. Dolayısıyla, onlarda sapıklık bulunmaz. Her günah da bir sapıklıktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey Ademoğulları, size and vermedim mi ki: "Seytana kulluk etmeyin, Çünkü, o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin, doğru yol budur. Andolsun o, sizden bir çok nesli saptırmıştı." [10] Bu âyet-i kerimede, görüldüğü gibi, her türlü günah, şeytana yönelik kulluk olarak nitelendirildikten sonra, şeytanın saptırması sonucu gerçekleşmiş sapmalar olarak tanımlanıyor. Buna göre, yüce Allah'ın peygamberleri hidâyete erdirdiğini vurgulaması, ardından, kendisinin hidâyete erdirdiği kimselerden sapmayı nefyetmesi, sonra her türlü günahı sapma olarak nitelemesi, yüce Allah'ın peygamberleri, kendilerinden günah sudur etmekten beri kıldığını, vahyi algılama ve tebliğ etme noktasında, onları yanılmaz kıldığının somut kanıtıdır.

Şu âyetler de bu gerçeği vurgular niteliktedir: "Kim Allah'a ve Resul'e itâat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve sâlihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?" [11] "Bizi doğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin, yoluna ki onlar ne gazaba uğramışlar ve ne de sapmışlardır." [12] Görüldüğü gibi, kendilerine nimet verilenlerden olan peygamberler, sapmış olmayanlar olarak nitelendiriliyor. Eğer kendilerinden herhangi bir günah sudur etseydi, kuşkusuz bununla sapmış olanlardan olacaklardı.

Çıkardığımız bu sonucu, yüce Allah'ın peygamberleri tanımlamaya ilişkin şu sözleri de pekiştirmektedir: "İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman'ın âyetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar. Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namazı zayi ettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır." [13] Bu âyetlerde, gördüğünüz gibi, en başta peygamberlerin tümünde bulunan iki özelliğe dikkat çekiliyor: Nimet verilenlerden olma. Hidâyet üzere olma... Öyle ki "En'amellahu aleyhim= Allah'ın nimet verdiği" ifadesinden sonra yer alan "Mimmen hedeyna vectebeyna=doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizden" ifadesinin başında, beyan etmeye, açıklamaya yönelik "min" edatı kullanılmıştır. Sonra bu peygamberler, tevazunun, hakirliğin son zirvesi kullukla vasfediliyorlar. Daha sonra bunları izleyen kuşaklarsa kötü niteliklerle tanımlanıyorlar. Dolayısıyla, ikinci grubun, birinci grupla aynı niteliklere sahip olmadığı vurgulanıyor. Çünkü ilk grupta yer alan kişiler, övgüye değer, teşekküre layık kimselerdir, ikinci gruptakiler değil. Âyet-i kerime ikinci gruptakileri ise, şehvetlere kapılan, ihtiraslarının peşinde koşan ve yakında azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklar olarak tanımlıyor.

Şu halde, ilk grupta yer alan peygamberler, şehvetlerine uyan, dolayısıyla azgınlığın cezasına çarptırılacak kimseler değildirler. Bu niteliğe sahip birinden günah namına bir şeyin söz konusu olmayacağı açıktır. Hatta bunlar, eğer peygamberlikle görevlendirilmeden önce şehvetlerine uyan kimseler olsalardı, bu durumlarını azgınlık izleyecekti, dolayısıyla azgınlığın cezasına çarptırılmış olacaklardı. Çünkü şu ifade, şehvetine uyan herkesi kapsayacak niteliktedir: "Namazı zayi ettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. "

Bu yaklaşım, peygamberlerin masum olduklarını aklen kanıtlamak isteyenlerin şu değerlendirmelerine de yakındır: Peygamberlerin gönderilmiş olmaları ve onlar aracılığı ile bir takım mucizelerin gerçekleşmiş olması, sözlerinin doğruluğunun kanıtıdır. Bu demektir ki, onlar kesinlikle yalan söylemezler. Ayrıca, ilahi mesajı eksiksiz olarak insanlara duyurabileceklerini, buna layık olduklarını göstermektedir. Akıl, herhangi bir maksada ve merama aykırı davranışlar ve günahlar işleyen bir insanın, söz konusu maksada ve merama yönelik davet işlevini yerine getirmesini kabul etmez. Böyle bir çelişkiyi onaylamaz. Dolayısıyla peygamberlerin çeşitli mucizeler göstermiş olmaları, onların vahyi alırken, onun içerdiği mesajı insanlara sunarken, kendilerine yöneltilen emir ve yükümlülükleri yerine getirirken her türlü hatadan beri olduklarına ilişkin yaklaşımı onaylayıcı bir olgudur.

Bu yaklaşıma şöyle bir karşılık verilemez: "İnsanlar -ki akıl sahibi varlıklardır- çeşitli mesajların algılanışında ve bir çok toplumsal hedefe ulaşmada, tebliğ açısından noksanlıktan ve yetersizlikten kurtulmayan bazı insanların sebep olmaları sonucu belli sonuçlara varırlar..." Çünkü insanlar için geçerli olan bu durum, iki şeyden dolayıdır ki hiçbirisi peygamberlerin davetiyle ilgili olarak değerlendirmeye tabi tutulamaz. Ya bu tavrın nedeni, az miktardaki kusur ve yanılgıyı önemsememeleri ya da, insanların amacı, istenen şeyin az bir miktarına ulaşmadır. İstedikleri az olanı alıp çok olandan kaçınmaktır. Her iki durum da yüce Allah'ın şanına yaraşmaz.

Yine şu âyet-i kerimeye dayanılarak da bu yaklaşıma karşı çıkılamaz: "Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir grup çıktığında bir grup da dince derin bir kavrayış edinmek ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için geride kalabilir. Umulur ki, onlar da kaçınıp sakınırlar. " [14]

Âyet-i kerime, gerçi, masumluk niteliğine sahip olmayan müslümanların geneli ile ilgilidir, ancak onlara dinde öğrendiklerini, derin kavrama imkanına kavuştuklarını tebliğ etme iznini veriyor. Oysa uyardıkları şeye ilişkin bir onaylama söz konusu değildir. Sözlerinin insanlar katında hüccet olmasını onaylayıcı bir kanıt yoktur. Dolayısıyla sakıncalı husus sözlerinin hüccet olması durumunda söz konusu olabilir. Âyetin öğrendiklerini tebliğ etme izni veriyor olması durumunda, herhangi sakıncalı bir husus söz konusu değildir.

Peygamberlerin masum olduklarını ifade eden âyetlerden biri de şudur: "Biz elçilerin her birisini ancak Allah'ın izniyle kendisine itâat edilsin diye gönderdik." [15] Burada elçinin itâat edilmesi gereken biri olarak görevlendirilişi, peygamber göndermenin amacı olarak sunuluyor ve amaç bununla sınırlandırılıyor. Bu durum zorunlu olarak Resul'ün şahsında itâat edilen söz veya fiil gibi şeylerin tümüne yüce Allah'ın iradesinin taalluk etmesini gerektirir. Çünkü söz ve davranış tebliğ sürecinde başvurulan, sürekli kullanılan araçlardır. Eğer peygamberden vahyi anlama noktasında veya vahyi tebliğ etme aşamasında bir hata gerçekleşirse, bu, yüce Allah'ın bâtılı istediği anlamına gelir ki, yüce Allah haktan başka bir şey istemez.

Aynı şekilde, eğer buğz edilen ve yasaklanan sözlü ya da fiili bir günah, peygamber tarafından işlenirse, özü itibariyle Allah'ın iradesi ile ilintili olur, dolayısıyla istenen, sevilen bir itâat konumuna gelir. Böylece yüce Allah, bir tek fiille ilgili olarak hem isteyen hem istemeyen, hem nehy eden hem emreden, hem seven hem buğzeden olur. Hiç kuşkusuz, ulu Allah çelişik sıfat ve fiillerden münezzehtir, yücedir. Böyle bir değerlendirmenin yanlış ve bâtıl olduğu ortadadır. Bazılarının savundukları gibi, güç yetirilmeyeni teklif etmeye ilişkin görüşü kabul etsek dahi bu değerlendirme yanlıştır. Çünkü güç yetirilmeyenin teklif edilmesi, imkansızın, muhalın teklif edilmesi anlamına gelir. Bizim üzerinde durduğumuz husus ise, kendisi muhal olan bir tekliftir. Çünkü bir tek fiille ilgili olarak hem tekliftir, hem değildir, hem irade edilendir, hem edilmeyendir, hem sevilendir, hem sevilmeyendir, hem övülendir, hem yerilendir.

Bunun bir kanıtı da şu âyet-i kerimedir: "Elçiler, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderildi. Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah'a karşı delilleri olmasın." [16] Bu âyetten açıkça anlaşılıyor ki, yüce Allah insanların içinde bulundukları günah ve ilahi emirlere muhalefet etme nitelikli tavırlarına ilişkin mazeretlerini ortadan kaldırmayı diliyor. Mazereti de ancak elçilerin -Selam üzerlerine olsun- gönderilmiş olması ortadan kaldırır. Bilindiği gibi, elçilerin insanların mazeretlerini ortadan kaldırmaları, kanıtlarını geçersiz kılmaları, ancak bizzat kendilerinde, Allah'ın iradesine ve rızasına uyum olmayan bir söz veya fiilin, hata ya da günahın bulunmaması ile mümkün olabilir. Aksi takdirde, insanların peygamberlerde bulunan herhangi bir kusura veya günaha yapışıp Allah'a karşı bunu bir kanıt olarak sunmaları imkanı doğardı. Bu ise, yüce Allah'ın öngördüğü amaç ile çelişen bir olgudur.

Eğer desen ki: Yukarıda değinilen âyetler, peygamberlerin hata yapmayacaklarına, günah işlemeyeceklerine delalet etmektedir. Bu ise, herhangi bir şeyle ilgili olarak "İsmet" sıfatına sahip olma anlamına gelmez. Çünkü bazılarının iddiasına göre "İsmet", insanı yanılmaktan alıkoyan, günah işlemeye ve hataya düşmeye karşı koruma altına alan bir güçtür. Güç ise, sadece fiilin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi değildir. Aksine güç, psikolojik bir başlangıç noktasıdır. Fiil bu noktadan kaynaklanır. Tıpkı fiillerin psikolojik melekelerden kaynaklanmaları gibi.

 

Buna karşılık olarak ben de derim ki: Evet, ama, yukarıdaki incelemede ihtiyaç duyulan husus, peygamberden hata ve günahın meydana gelmiş olmamasıdır. Doğru olan ya da ibadet nitelikli olan bir fiilin kaynaklanacağı gücün sabit olmamasının buna bir zararı olmaz. Bu, gün gibi ortadadır.

Ayrıca, "İsmet" sıfatının koruyucu bir güce dayandığını, mucize ile ilgili incelemede sunduğumuz âyetlerden yola çıkarak kanıtlamak mümkündür: "Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü koymuştur." [17] "Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerindedir." [18]

Ve yine olayların her biri için, kaynaklanacağı bir başlangıç noktası ve gerçekleşmesini sağlayacak bir sebep gereklidir. Dolayısıyla peygamberin aynı tarz üzere doğru ve ibadet nitelikli sergilediği filler, peygamberle birlikte bulunan ve nefsinde yer alan bir sebebe dayanırlar. Bu sebebe koruyucu güç diyoruz. Bunu şöyle açabiliriz: Peygamberin birer itâat ve ibadet olarak sergilediği varsayılan fiiller, bizim sergilediğimiz ve bazısı itâat, bazısı da günah nitelikli fiillerimiz gibi ihtiyari (isteğe bağlı) fiillerdir. Hiç kuşkusuz, isteğe bağlı bir fiil, bir bilgi ve dileyişten kaynaklanmasından ötürü isteğe bağlıdır. Bir fiilin itâat ve günah şeklinde farklı nitelikler kazanması, kaynaklandığı ilmî biçimin farklılığından ileri gelir. Örneğin, eğer amaç emredileni yapmak suretiyle kulluk tavrını sürdürmekse, itâat niteliği gerçekleşir. Şâyet istenen -dileyişin dayandırıldığı ilmî biçimi kastediyorum- heva ve hevese uymak ve Allah'ın yasakladığı şeyi yapmaksa günah niteliği gerçekleşir. Buna göre, fiillerimizin itâat ve günah şeklinde farklı biçimler almasının sebebi, fiilin kaynaklandığı bilgimizin farklılığıdır. Eğer iki bilgiden biri, yani kulluk tavrını sürdürmenin, ilahi emre itâat etmenin gerekliliğine ilişkin hüküm devam edecek olursa, bu, ancak itâat nitelikli bir fiil olarak dışarı yansır. Eğer ancak günah türü fiillere kaynaklık eden diğer bilgi devam ederse (böyle bir duruma düşmekten Allah'a sığınırız) ancak günah nitelikli bir fiil şeklinde gerçekleşir. Buna göre, peygamberin sergilediği fiiller, daima itâat olarak nitelendirilirler. Bunun tek nedeni, fiillerinin dileyişi sonucu kaynaklandıkları bilginin yapıcı, olumlu ve değişken olmamasıdır. Söz konusu bilgi, kulluğun gerekliliğini her zaman kabullenip ona göre tavır almanın gerçekliliğine inanmadır. Bilindiği gibi, ilmî şekil ve hiç bir şekilde ortadan kaybolmaz köklü nefsânî biçim, tıpkı iffet, cesâret ve adâlet gibi ruhsal bir melekedir. Buna göre, peygamberde ruhsal bir meleke vardır. İtâat ve boyun eğme niteliğindeki fiiller bu melekeden kaynaklanır. Buna, günahtan koruyan güç de denir.

Bir başka açıdan meseleye yaklaşacak olursak; peygamber vahyi algılamada ve vahyin içerdiği mesajı tebliğ etmede hata etmez. Şu halde, onun kişiliğinde ruhsal bir biçim vardır ki bu, bilgileri algılama ve başkalarına aktarmada yanılmaya pay bırakmaz. Fiil planında da isyan etmez. Eğer peygamberin şahsından, aynı tarz üzere ve ancak doğruluk ve itâat şeklinde beliren fiillerin, beraberinde olan herhangi bir sebebin aracılığı söz konusu olmaksızın ve peygamberin nefsine herhangi bir şeyin eklenişi gerçekleşmeksizin ortaya çıktıklarını varsayarsak, bu demektir ki, onun isteğe bağlı fiilleri, bu şekilde, Allah'ın iradesi ile gerçekleşmişlerdir ve peygamberin bir müdahalesi de söz konusu olmamıştır. Bu da, peygamberin bilgisinin ve fiiller üzerinde etkili olan iradesinin geçersiz kılınması sonucunu doğurur. Böyle bir değerlendirme, isteğe bağlı fiillerin, isteğe bağlı olmaktan çıkmaları anlamına gelir. Bu da peygamberin bilgi ve iradesi ile hareket eden bir insan oluşu ile çelişir. Şu halde, "İsmet" niteliği, yüce Allah'ın peygamber olan insanın kişiliğinde var ettiği bir sebeptir. Peygamberin doğruluk ve itâat şeklindeki isteğe bağlı fiilleri, bu sebepten kaynaklanır. Daha önce de vurguladığımız gibi, "İsmet" niteliği köklü bir bilgi, kişiliğe sinmiş bir melekedir.

 

 

 

------------

[1]- Bakara, 213

[2]- Taha, 52

[3]- Talak, 3

[4]- Yusuf, 21

[5]- Cin, 26-28

[6]- Meryem, 64

[7]- En'am, 90

[8]- Zümer, 36-37

[9]- Kehf, 17

[10]- Yasin, 60-62

[11]- Nisa, 69

[12]- Fatiha, 5-7

[13]- Meryem, 58-59

[14]- Tevbe, 122

[15]- Nisa, 64

[16]- Nisa, 164

[17]- Talak, 3

[18]- Hud, 56




Bu haber 573 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI